Anadolu'da Güvercin Yetiştiriciliğinin Tarihçesi

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan Hüseyin BAŞOĞLAN
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
  • Cevaplar Cevaplar 0
  • Görüntüleme Görüntüleme 2K

Hüseyin BAŞOĞLAN

Moderatör
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
4,880
Tepkime puanı
2
Yaş
38
www.kuscular.org
Ad Soyad
Hüseyin BAŞOĞLAN
Meslek
Yazılım-Tasarım
Şehir
Muğla
İlgi Alanı
Balıklar
ANADOLU’DA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİNİN TARİHÇESİ

KUŞLAR VE İNSANLAR

Günümüzde dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarına baktığımızda, toplum yaşantısında çeşitli kuş türlerinin bazı kavramları simgelediğini görebilmek mümkündür. Örneğin güvercinler günümüzde barışın simgesidirler. Güvercinin barış simgesi olarak kabul edilmesi 2. Dünya savaşı sonrasında olmuştur. Yaptığı resimlerde güvercin figürlerine sıklıkla yer veren Picasso’nun 1949 yılında yaptığı bir güvercin resmi, “Dünya Barış Kongresi”nin afişi olarak kullanılmıştır. Bu tarihten sonra güvercin hep barışın simgesi olarak hafızalara yerleşmiştir. Hıristiyanlık’ta da güvercin önemli bir simgedir. Burada güvercin “kutsal ruhu” temsil etmektedir. Bu konuda ressam Michelangelo'nun Yahya'yı, İsa'yı vaftiz ederken gösteren resmi iyi bir örnektir. Bu resimde kutsal ruh, bir güvercin şeklinde Yahya ve İsa'nın üzerinden uçmaktadır. İnsanoğlunun yaşamında kuşların belli sembolik değerler kazanması belki de insanoğlunun tarihi kadar eskidir. Yapılacak kısa bir inceleme ile tarihin her döneminde insanların kuşları simge olarak kullandıkları gözlenebilir. Mitolojilerinin tamamı bir çok kuş simgesi ile doludur. Kartallar, akbabalar, baykuşlar, kuğular, leylekler ve güvercinler en sık rastlanan kuş simgeleri arasındadır.

MİTOLOJİDE GÜVERCİN

Tevrat’ta yer alan Tufan efsanesinde Nuh peygamber tarafından gemiden salınan kuş, bir güvercindir. Tevrat’ta yer alan bu efsanenin kaynağının eski Sümer ve Babil efsaneleri olduğu bilinmektedir. Benzer anlatımların Sümerlerde Gılgamış destanında da bulunması çok eski dönemlerde Mezopotamya’da güvercinin evcilleştirilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Eski Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası olarak bilinen Aphorodite’nin sembolü bir güvercindir. Anadolu’da bulunmuş olan ve MÖ. 4. Yüz yıla ait olduğu sanılan bir yüzük taşı üzerinde Aphorodite elinde bir güvercin ile tasvir edilmiştir. İslam tarihinde iyi bilinen başka bir efsane ise Hz. Muhammet ile ilgilidir. Bilindiği gibi Hz. Muhammet hicreti sırasında düşmanlarından kaçarken bir mağaraya sığınır. Oradaki örümcek mağaranın ağzına hemen bir ağ örer ve bir çift güvercin de hemen mağaranın ağzına yuva kurar. Mağaranın ağzına gelen düşmanlar bunları görünce mağaranın içinde kimsenin olmadığını düşünür ve içeriye girmezler. Böylece Hz. Muhammet ölümden kurtulmuş olur. Bu efsane İslam dünyasında güvercinlerin kutsal bir kuş olarak görülmesine neden olmuştur. Günümüzde de İslam toplumlarda güvercin öldürmek hoş karşılanmaz. Ülkemizde bulunan bir çok caminin üzerinde güvercinlerin sığınması için yapılmış kuş evleri bulunmaktadır. Bu kuş evlerinin yapılmasındaki temel mantık bu anlatıma dayanmaktadır. Böylelikle Müslümanlar güvercinlere olan borçlarını ödemeye çalışmışlardır. Güvercinin kutsal bir kuş olarak görülmesinde Müslümanlık öncesi bazı inanışlarında etkisi vardır. Sami kavimlerinde (İbraniler, Habeşler, Araplar) güvercin bir totem hayvanıdır. Müslümanlık öncesi Kabe’de bulunan putlar arasında güvercin şeklinde bir put olduğu ve buna tapınıldığı bilinmektedir. Mekke’nin ele geçirilmesiyle birlikte 630 yılında Kabe’deki bütün putlar kırılırken bu putta kırılmıştır.

TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE KUŞLAR VE GÜVERCİNLER

PALEOLİTİK ÇAĞ

İnsanlık tarihinde yaklaşık olarak MÖ. 10 bin yılından başlayıp en eski zamanlara kadar uzayan döneme paleoletik çağ adı verilmektedir. Dünya tarihinde bilinen en eski kuş betimlemesi üst paleolitik çağa ait olup günümüzden yaklaşık 30–35 bin yıl öncesine aittir. Bu kuş betimlemesi bir baykuş ait olup Chauvet mağarasında duvar resmi olarak bulunmuştur. Polonya Bilimler Akademisi Türkologlarından Edward Tryjarski güvercinin paleolitik çağın sonlarına doğru yani günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce Anadolu’da evcilleştirildiği ve buradan dünyaya yayıldığı görüşündedir. Ancak bu görüşü destekler arkeolojik bulgulara henüz ulaşılamamıştır. Edward Tryjarski’nin bu görüşü daha çok dilbilimsel (etimolojik) araştırmalara dayanmaktadır. Anadolu’da paleolitik çağ günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlayıp daha gerilere doğru devam etmektedir. Ülkemizde paleolitik çağa ait kalıntılar bulunduran en önemli merkez Antalya yakınlarındaki Karain mağarasıdır. Bu mağarada dönemi aydınlatacak çok önemli bulgular elde edilmiş olmakla birlikte kuşlar ve güvercinlerle ilgili bir bulguya henüz ulaşılamamıştır. Bu mağaradaki kazı çalışmaları günümüzde de devam etmektedir.

MEZOLİTİK ÇAĞ

MÖ. 10 bin ve 8 bin yılları arasındaki 2 bin yıllık dönem mezolitik çağ olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde oksitli boyalarla boyanmış mağara duvar resimleri görülmeye başlanmıştır. Antalya yakınlarındaki Beldibi ve Belbaşı mağaraları, Samsun yakınlarındaki Tekeköy başlıca merkezler arasındadır. Beldibi mağarasında duvara yapılmış ilginç bir geyik figürü bulunmaktadır. Bu döneme ait güvercin ile ilgili bir figür bulunamamıştır.

NEOLİTİK ÇAĞ

Anadolu’da neolitik çağ MÖ. 8 bin ile 5500 yılları arasında yaşanmıştır. Günümüzden 10.000 yıl öncesinde başlayan bu çağda avcılığın sistemli hale geldiği ve başta köpek olmak üzere bazı hayvanların evcilleştirildiği arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Bu dönemin sonlarına doğru güvercinin de evcilleştirilmiş olabileceği düşünülebilir. Ancak bu görüşü destekler arkeolojik bulgu yoktur. Neolitik dönem, insanlığın tarihinde kuş betimlemelerinin arttığı bir dönem olarak dikkati çekmektedir. Bunun bir nedeni de insanın soyut zeka ve buna bağlı olarak simge kullanma konusunda geliştirdiği yeteneklerde aranmalıdır. Neolitik dönem yerleşimlerinden Göbeklitepe taş stelleri üzerinde sıklıkla kuş betimlemelerine rastlanmaktadır. Bunların içinde bir leylek figürü dikkat çekicidir. Gene bu steller üzerinde kuşların ağ ile yakalanışlarını gösteren sahneler vardır. Kuşların canlı yakalanmasının evcilleştirmeyi de getirmiş olması doğaldır. Anadolu’da bu dönemin en önemli yerleşim merkezlerinden biri olan Konya yakınlarındaki Çatalhöyük’te yapılan kazılarda elde edilen bulgular sonucu, Çatalhöyük sakinlerinin çağın en önemli kentsel yerleşimine sahip oldukları ve tarım ile hayvancılıkta oldukça ileri gittikleri anlaşılmıştır. Çatalhöyük’te sıklıkla akbaba figürlerine rastlanmıştır. Bu figürlerin ölümü simgelediği düşünülmektedir. Bu dönemde Anadolu’da akbabanın ölümü simgelemesine karşın uğursuzluk olarak nitelenmediği tam tersine kutsal olarak değerlendirildiği sanılmaktadır. Bunun nedeni tanrıların gökyüzünde yaşadığına inanılması ve uçma yeteneği bulunmayan insanoğlu ile tanrılar arasında ancak uçabilen kuşların aracılık yapabileceğinin düşünülmesidir. Bu dönemde ölünün gömülmeden önce akbabalar tarafından yenmesine izin verildiği tahmin edilmektedir. Çatalhöyük’te ölülerin akbabalarca yendiğini gösteren betimlemeler bulunmuştur. Böylelikle ölünün tanrılara daha kolay ulaşabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle bu görevi yerine getiren akbabalar kutsal bir kuş olarak kabul edilmektedirler. Neolitik dönemde Çatalhöyük’te güvercin ile ilgili bir bulguya rastlanmamıştır.

KALKOLİTİK ÇAĞ

Neolitik çağı izleyen kalkolitik dönem, Anadolu’da günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce başlamıştır. Kalkolitik çağ, MÖ 5500 ile 3 bin yılları arasında yaşanmıştır. Şehirleşmenin hızla geliştiği bu dönem çanak çömlek yapımının yaygınlaştığı bir çağdır. Maden ve özellikle de bakır kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdir. Bu çağda Anadolu’da Burdur yakınlarındaki Hacılar, Denizli yakınlarındaki Beycesultan, Afyon yakınlarındaki Kusara höyük, Tuz gölünün güneyindeki Canhasan, Mersin yakınlarındaki Yümüktepe gibi şehirleşmiş önemli yerleşim bölgeleri bulunmaktadır. Bu yerleşim ağı Anadolu’nun uygarlık tarihi açısından ne denli önemli bir bölge olduğunun çok güzel bir göstergesidir. Kalkolitik döneme ait Halaf’da bulunan bir kap üzerinde güvercingiller ailesinden kumru figürüne rastlanmıştır. Bu çağ Anadolu’da hayvanların evcilleştirilmesinin ve insanların yararına kullanılmasının geliştirildiği bir çağdır. Dünyada güvercinlerin evcilleştirilmesine ilişkin ilk bulgular bu döneme aittir. Bu konudaki en eski bilgiler, MÖ. 4500 yıllarına, yani günümüzden yaklaşık 6500 yıl öncesine kadar gitmektedir. Köken olarak evcil güvercinin ilk olarak Orta Asya milletleri tarafından eğitildiği tahmin edilmektedir. Prof. Dr. İlhami Kiziroğlu, güvercinlerin günümüzden 6000 yıl önce Ön Asya’da evcilleştirilmeye başlandığını ancak bu sürecin izleyen yıllarda Anadolu’da devam ettiğini belirtmektedir. Evcil güvercinlerin kalkolitik çağda Asya kökenli gelişip buradan Mısır ve Mezopotamya’ya doğru bir dağılım izlediği ve buradan da Anadolu’ya geldiği genel olarak kabul edilmekle birlikte son yıllarda yapılan araştırmalar ve özellikle arkeolojik, kültürel ve etimolojik incelemeler, güvercinin Anadolu’da eskiden beri var olduğunu ve Anadolu kökenli olarak yayılmış olabileceği de düşündürmektedir. Özellikle Hitit İmparatorluğu döneminde Anadolu’da ayrı bir kuş kültürü olduğu bilinmektedir. Asya’da bulunmayan bazı kuş türlerinin bu kültürde yer alıyor olması, bu kültürün Asya kökenli olmadığını göstermektedir. Gene Mısır ve Mezopotamya’da makbul kabul edilen ve saygı gören baykuş karga ve akbaba gibi kuşların Anadolu kültüründe aynı çağda ölümü ve uğursuzluğu çağrıştırdığı için yer almıyor olması, Anadolu’nun kendine özgü bir kuş kültürü geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Bu kültürel farklılık Anadolu kuş kültürünün Mısır ve Mezopotamya etkisi ile gelişmediğini kanıtlar niteliktedir.

TUNÇ ÇAĞI

Tunç çağı Anadolu’da MÖ. 3 bin ile 2 bin yılları arasında yaşanmıştır. Bu çağda Anadolu’da Çorum yakınlarındaki Alacahöyük, Malatya yakınlarındaki Arslantepe, Çanakkale yakınlarındaki Troya ile Horoztepe, Hasanoğlan, Mahmatlar gibi önemli yerleşim yerleri dikkat çekicidir. Bu çağa ait yerleşim yerlerinde çıkartılan çanak ve çömlekler üzerinde bir çok kuş türünün yanı sıra kumru ve güvercin figürlerine de rastlanmaktadır. Bu bulgular güvercinin günümüzden en az 5 bin yıl önce Anadolu’da yaygın olarak bulunduğunun tartışma götürmez kanıtlarıdır. Aynı çağda Anadolu’ya komşu ülkelerin sanatında da benzer bulgulara sıklıkla rastlanmaktadır. Bu çağa ait Mezopotamya buluntularında Sümer uygarlığına ait kalıntılar arasında üzerlerinde güvercin ve kumru figürleri bulunan mühür ve bazı arkeolojik eserler elde edilmiştir. Sümer şehirlerinden bir olan Ur’da Elübeyt tabakasında ve gene Ur ve Kiş’de ortaya çıkartılan bazı mezar buluntularından bölgede güvercin yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bir Sümer tanrıçası olan ve bereket ile cinsel aşkı simgeleyin tanrıca İştar adına yapılmış tapınakta kurşundan yapılmış kumru heykelleri bulunmaktadır. MÖ. 3 bin yılına ait Mısır kayıtlarında, 5. Mısır hanedanlığı zamanında güvercinlerin yemek amacı ile yetiştirildiği anlaşılmaktadır. Bu dönemlerde güvercin hem eti hem de gübresi için yetiştirilmekteydi. O dönemde güvercin eti sofraların makbul bir yiyeceğiydi. Güvercin gübresinden yararlanmak için de güvercin kulesi adı verilen yüksek ve üzerinde güvercinlerin girebilecekleri delikler bulunan kuleler yapılmaktaydı. Bu yapılar, Anadolu’da yakın tarihe kadar bulunan hatta kullanılmamakla birlikte son örnekleri günümüzde de bulunan boranhaneleri çağrıştırmaktadır. Anadolu’da gördüğümüz gibi çok erken dönemlerde başlayan şehirleşme ve hayvanların evcilleştirilme sürecini bağlı olarak gelişen güvercin yetiştiriciliği, Avrupa ve dünya ülkelerine çok sonra yayılmıştır. Bugün bizim dünya ırklarının çoğunun Anadolu kökenli olduğunu söylememizin temelinde bu olay vardır. Evcil güvercinlerin örneğin Avrupa’ya gelmesi çok sonraları olmuştur. Avrupa’ya ilk güvercin MS. 2. yüzyılda Romalılar döneminde girmiştir. Avrupa’da güvercin yetiştiriciliğinin yaygınlaşması ise MS. 14. yüz yıla rastlamaktadır.

TARİH ÇAĞLARINDA KUŞLAR VE GÜVERCİNLER

Tarih çağları dünyada yazının bulunması ile başlatılmaktadır. Yazı MÖ. 4000 yıllarında bulunmuş olmakla birlikte Anadolu’da kullanılmaya başlaması tunç çağı sonlarına rastlar. Bu bakımdan Anadolu’da tarih çağları MÖ. 2 bin yıllarında başlamakta ve günümüze kadar uzamaktadır. Tarih çağlarının ilk dönemleri Asur ticaret kolonileri ile başlamaktadır. 100 yıl kadar süren bu dönemden sonra Anadolu’da yaklaşık 900 yıl devam edecek olan Hitit devleti dönemi başlar. Gerek Asur ticaret kolonileri gerekse Hitit devleti dönemlerinde Anadolu ile Mısır ve Mezopotamya arasında çok canlı bir ticari ilişki bulunmaktadır. Bu ticari ilişki sayesinde bölgelere özgü farklı güvercin ırklarının da yayılmış olduğu tahmin edilmektedir. Bu konuda çarpıcı bir örnek olduğu için günümüzde dünyada Damascus adı ile bilinen ve ülkemizde ise İstanbullu adı ile tanılan güvercin ırkından bahsetmek istiyorum. Bu güvercin ırkının ilk örnekleri eski Mısır duvar resimlerinde görülmektedir. Bugün ülkemizde hala aynı ırkın yetiştiriliyor olması çok eski dönemlerden itibaren geliştirilmiş ticari ilişkiler sayesinde olmuştur. Mezopotamya’da bulunan bazı çivi yazılı tabletlerde güvercinlerden bahsedildiği saptanmıştır. Bu yazılar Hitit devleti dönemi ve daha öncesine aittir. Bugün ülkemizde çeşitli Hitit yerleşim merkezlerinde sürdürülen kazılarda bulunan hiyeroglif ve çivi yazılı metinlerde, Hititlilerin daha çok kaz, keklik, ördek, kartal, şahin ve turna gibi kuşlardan bahsettikleri görülmektedir. Yaptığım araştırmalar sırasında Hitit metinlerinde güvercinlerle ilgili bir bilgiye rastlayamadım. Belki daha derinlemesine yürütülecek çalışmalar sonucu bazı bulgular elde edilebileceğini düşünüyorum. Çünkü elimizdeki bulgular, güvercin yetiştirildiğinin Anadolu’da Hitit devleti öncesinde tunç çağında yani MÖ. 3000 yıllarında başladığını göstermektedir. Tarihi dönemler içersinde Anadolu’da Hitit devletinden sonra Türklerin gelişine kadar bir çok uygarlık yaşamıştır. Bunlardan en bilinenleri Frigler, Lydialılar, Urartular, Yunan, Roma ve Bizans devletleridir. Bu uygarlıklar döneminde Anadolu’da güvercin yetiştiriciliği yaygınlaşmıştır. Toplum hayatının içinde var olan ve onu yakından etkileyen güvercinler bu toplumların sanatlarına da yansımıştır. Bu uygarlıklardan kalmış olan ve günümüzde de varlığını sürdüren sanat eserlerinden güvercinlerle ilgili olanlarından bazı örnekler vermek istiyorum.
1) Assos’da yapılan nekropol kazılarında 8 numaralı lahitten çıkartılan üçlü güvercin heykelleri. Bu heykeller Roma döneminden kalma olup 5. yüz yıla tarihlenmektedir. Bu eserleri Çanakkale müzesinde görebilirsiniz.
2) Mut ilçesi yakınlarında yer alan Dağ Pazarı Kilisesi adı ile bilinen bazilika, 4-5 yüz yıldan kalma bir eserdir. Bu bazilikanın taban mozaikleri üzerinde bir çok kuş figürü bulunmaktadır. Güvercinlerin yanı sıra, tavus kuşları, ispenç tavuğu, pelikan, leylek, keklik ve kuğu figürleri görülmektedir.
3) Antalya ili Kaş ilçesi yakınlarında bulunan Islada antik kentinin nekropolünde bulunan MÖ. 4. yüz yıla ait Roma dönemi lahitlerinden biri “güvercinli mezar” olarak anılır. Bu mezar üzerinde bulunan güvercin tasvirleri bugün de görülebilir.
4) Roma döneminden kalma MÖ. 3–4 yy arasına ait olduğu düşünülen güvercin şeklinde iki altın küpe günümüze keder ulaşmıştır. Bu küpeler bugün Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi’nde görülebilir.

GÜVERCİNİN HABERLEŞME AMAÇLI YETİŞTİRİLMESİ

Dünyada başlangıçta eti ve gübresi ya da süs için yetiştirilen güvercinler, daha sonraları bu kuşların yön bulma, yuvasına bağlılık ve uzun mesafeleri uçabilme gibi yeteneklerinin keşfedilmesi ile birlikte haberleşme amaçlı kullanılmaya başlamışlardır. Özellikle savaşlar sırasında güvercinlere haberleşme konusunda önemli görevler düşmüştür. MÖ. 1200 yıllarında Mısır’da güvercinlerden haberleşme amacı ile yararlanıldığını görüyoruz. Daha sonraki dönemlerde haberleşme amaçlı yetiştiricilik farklı ülkelere de yayılmıştır. MÖ. 300 yıllarında Çin’de güvercinlerle bütün ülkeyi kapsayan bir haberleşme ağı kurulmuştur. Özellikle savaş sırasında ki haberleşmelerde güvercinler önemli bir rol oynamışlardır. Cengiz Han’ın seferleri sırasında haberleşme amaçlı posta güvercin kullandığı bilinmektedir. Bağdat halifelerinin de güvercinlere çok değer verdiği bir gerçektir. Suriye’nin güçlü hükümdarı Nureddin (1146–1174) Mısır’da yıllarca çok iyi işleyen bir güvercin posta şebekesi kurmuş olması ile ünlüdür. Bu amaçla kullandığı güvercinlerin ayak ve gagalarını kendi şifreleri ile işaretlemiştir. Kullandığı güvercinler Irak’tan getirilen boyunları renkli ve benekli beyaz güvercinlerdi. Eski Yunan ve Roma’da da savaşlar sırasında güvercin kullanımı yaygındır. İslam öncesi Orta Asya’da bulunan Türk devletleri ile Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılarda da güvercinler hem haberleşme hem de güzellikleri için yetiştirilmişlerdir. Anadolu’da Yapılan kalelerin bazılarında posta güvercinleri ile haberleşme amaçlı güvercinlikler inşa edilmiştir. Bunların güzel bir örneğini Adıyaman’da Memluk egemenliği döneminde 1290 yıllarından kalma Yeni Kale’de görebiliriz. Bizans döneminde Anadolu’da yapılan bazı yapılarda da güvercin süslemeleri yer almaktadır. Trabzon’dan iki örnek vermek gerekirse, bugün Trabzon müzesi olarak hizmet veren 1263 yılında yapımı bitirilmiş olan Trabzon Ayasofya Kilisesi’nin doğu cephesinde alınlığın üzerinde sütun başlıklarına yakın bir yerde güvercin süslemeleri bulunmaktadır. Gene Trabzon’da bugün Yeni Cuma Camisi adı ile anılan aslında 13–14 yüz yılda yapılmış bir kilise olan yapının doğudaki apsisleri üzerinde kartal ve güvercin tasvirleri bulunmaktadır. Son büyük savaşlar olan I. Ve II. dünya savaşlarında da güvercinlerden haberleşme amaçlı yararlanılmıştır. Hele telsiz ve telefon görüşmelerinin yapılamadığı anlarda posta güvercinleri çok işe yaramışlardır. Hatta savaş sonrası hizmetlerinden ötürü madalya verilmiş posta güvercinleri bile bulunmaktadır. Günümüzde posta güvercini yetiştiriciliği daha çok sportif ve yarış amaçlı olarak yapılmaktadır.

ESKİ TÜRK TOPLULUKLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

Eski Asya kökenli Türk toplulukları arasında güvercine ilişkin yaygın bir kültür olduğu görülmektedir. Sınırlı ve belli alanlardaki kelimeleri içine alan Göktürk yazıtlarında güvercin kelimesi bulunmamaktadır. Ancak Orta Asya Türk topluluklarından Uygurlara ait en eski yazılı metinlerde güvercin anlamında “kökürçkün” ve “köğürçün” gibi kelimelerin kullanıldığını görüyoruz. Birbirinden uzak değişik Türk toplulukları lehçelerinde bile bu kelimelerin ortak bir sözcük olarak varolması güvercin kültürünün o dönemde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bazı yazılı metinlerden güvercinlerin toplumsal olarak değer verilen ve oldukça kıymetli bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Asya’daki Türk kavimleri o dönemde yarı göçebe bir tarza sahip olmakla birlikte belli bir güvercin kültürü geliştirmişlerdir. Ancak bazı kuzey Türk topluluklarında bu kültüre ilişkin hiçbir iz bulunmaması daha çok iklimsel koşullarla açıklanmaktadır. O dönemde Çin’de güvercin yetiştiriciliğinin yaygın olduğu bilinmektedir. Özellikle haberleşme sistemini MÖ. 300’lü yıllarda bütün ülkede güvercinlerle sağlamayı başaran bir ülkede güvercin yetiştiriciliğinin çok eskilere dayandığını tahmin etmek zor değildir. Bugün bile Doğu Türkistan’da konuşulan bazı Türk lehçelerinde Pekin güvercini anlamına gelen “bedzin kepte” teriminin olması ve Pekin güvercinlerinin Türkler tarafından da yetiştirildiğinin bilinmesi, Türklerin Çinliler ile eskiden beri bir güvercin alış verişinde bulunduklarını göstermektedir. Geçmiş dönemlerde Asya’da yetiştirilen güvercin ırklarının neler olduğu konusunda sınırlı bir bilgiye sahibiz. Ancak taklacı güvercin ırkının Orta Asya Türkistan kökenli olduğu etimolojik incelemelerden anlaşılmaktadır. Bugün Çin sınırları içinde yer alan Taklamakan Çölü, çölleşmeden önce Türklerin yaşadığı bir bölge idi. Taklamakan adı eski Uygur Türkçe’sinde taklanın makamı yani onun gerçek yeri, doğum yeri anlamına gelmektedir. Bu kavramdan taklacı güvercin ırkının ilk kez Türk toplulukları tarafından yetiştirildiği sonucu çıkmaktadır. Bölgeye ilişkin bazı eski kaynaklardan, Doğu Türkistan’da “Guma güvercinleri” adı verilen ve evlerin çatılarına koyulan kafeslerden uçurulan güvercinlerin olduğu ve bunların arasında Alacalı güvercin ve Pekin güvercin ırkının bazı çeşitleri bulunduğu öğrenmekteyiz. Günümüzde Şanlıurfa’da damlarda toplanan ve uçurulan evcil güvercin topluluklarına da “köme güvercinleri” adı verilmesi aradaki fonetik (sesbilgisel) bağlantıyı göstermesi açısından ilginçtir. Köme güvercinlerinin yanı sıra Doğu Türkistan’da “beyaz kağıt oyun güvercini” ve “siyah pars oyun güvercini” adı ile bilinen taklacı güvercin ırlarından, iki ya da üç çeşit güvercinin bulunduğuna ilişkin bilgiler vardır. Taklacı ırkın diğerlerinden daha yüksek uçtuğu ve uçarken takla attığı belirtilmektedir. Bu anlatımlardan kökeninin orta Asya ve Türkler olduğunu anladığımız taklacı güvercinler, Türklerin göçleri ile birlikte dünya üzerine yayılmışlardır. Kaynaklarda, eski Türklerin bu güvercinleri uçururken yaptığı değişik bir uygulamadan söz edilmektedir. Güvercinlerin kuyruklarına, kamıştan ya da su kabağının ağzından incecik kesilerek kamışa benzer hale getirilmiş küçük düdükler bağlanmaktadır. Bu kamışların bir yerinde dikdörtgen şeklinde küçük bir delik yer alır. Güvercin uçarken bu deliklerden hava girer ve kuşun ses çıkararak uçması sağlanır. Eski Türklerdeki bu uygulama, uçuşa bir renk ve çeşitlilik getirmek amacı ile yapılabileceği gibi, belki güvercinleri yırtıcı kuşlardan korumak amacını da güdüyor olabilir. Bu düdükten çıkan sesin yırtıcı kuşları ürkütebileceğini düşünüyorum. Türkler yaşadıkları bu bölgelerin çölleşmesini takiben göç ederek batıya doğru gelmişler ve yayıldıkları bütün alanlara kendi kültürlerini ve güvercinlerini de beraber taşımışlardır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Türklerin göçlerinin aynı tarihte ve toplu olarak bir bölgeye yönelmemiş olmasıdır. Türk göçleri değişik zaman dilimlerinde değişik bölgelere yönelmiştir. Bu arada ana yurdu Orta Asya olan ve burada Türkler tarafından geliştirilen taklacı güvercinlerle birlikte yetiştirilen diğer güvercin ırları da, Türklerle birlikte başta Asya’nın farklı bölgeleri, Rusya ve Ortadoğu olmak üzere, Anadolu ve Avrupa’ya kadar dağılmışlardır. Bugün bu bölgelerde bulunan ülkelerde hala köken olarak bizim ırklarımıza rastlamak mümkündür. Yerleşilen her coğrafyada farklı kültürlerle karşılaşılmıştır. Bizim kültürümüz onların kültürünü etkilerken onların kültürleri de bizi etkilemiştir. Farklı coğrafyaların güvercinleri ve farklı ırklar birbirleri ile kırılmışlardır. Yapılan melezlemeler sonucu yeni ırklar türemiş ve dünya üzerine yayılmışlardır. Burada dikkat edilirse Türk göçlerinin Asya kökenli güvercin ırklarının dünya üzerine yayılmasında etkin bir rol oynadığı görülebilir. Bu anlamda Türk güvercin ırklarının 1000 li yıllardan itibaren dünyaya yayılmaya başladığını söyleyebiliriz.

SELÇUKLU TÜRKLERİNDE GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

Türklerin Anadolu’ya girişleri 1071 Malazgirt savaşı sonrası yaygınlık kazanmış olmakla birlikte Türklerin Orta doğu ve Anadolu’ya gelmeye başlamaları daha eski tarihlere dayanmaktadır. 1000’li yılların başında bugünkü İran, Suriye ve Mezopotamya’yı kapsayan bölgede kurulan Büyük Selçuklu devleti, Orta Asya ile bugünkü Rusya’nın güneydoğusunda yaşayan Türklerin bu bölgeye göçleri ile kuruldu. Bu bölge, taklacı ırkın Asya’da yetiştirildiği bölgedir. Taklacı ırkın bu göç sonrası Büyük Selçuklularla birlikte bu bölgeye yayıldığı ve daha sonra da Anadolu’ya girdiği düşünülmektedir. Bazı yabancı kaynaklarda 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul bey döneminde Abbasilere tanıtılan taklacı güvercinlerin, Abbasiler kanalı ile başta İran, Irak, Suriye ve Ermenistan olmak üzere bölgedeki diğer ülkelere ve Mezopotamya’ya yayıldıkları belirtilmektedir. Muhtemelen bu kuşlar çeşitli Arap güvercinleri ile kırılmışlardır. Daha sonraları bugün ülkemizde Mardin güvercinleri olarak anılan taklacıların, bu güvercinlerin bölge güvercinleri ile kırılması sonucu ortaya çıkmış olma ihtimali kuvvetlidir. Bugün Arapların taklacı ırka sahip çıkıp kendi ırkları gibi dünyaya tanıtmalarının kökeninde bu olay vardır. Büyük Selçuklulardan sonra Anadolu’ya gelen ve Konya merkez olarak buraya yerleşen Anadolu Selçuklularının, Orta Asya’dan Mardin tipi taklacı ırk getirmedikleri bilinmektedir. Buradan taklacı ırkın eski dönemlerde daha çok doğu ve güneydoğu bölgelerimizde yaygın olduğunu ve daha sonra bu bölgeden Anadolu’nun diğer kesimlerine yayıldığını anlaşılmaktadır. Nitekim taklacı ırka “Mardin” adının da veriliyor olması, bu ırkın köken olarak bu ilimizden yayılmış olabileceğini düşündürmektedir. Anadolu Selçukluları ile birlikte, Anadolu’ya gelen ırkların başında bugün ülkemizde “Selçuklu” ve “Taklambaç” adı ile bilinen güvercin ırkları bulunmaktadır. Etimolojik incelemeler güvercin adlarının koyulmasında yöresel ve ülkesel adların yoğun olarak kullanıldığını göstermektedir. Buradaki Selçuklu adı bir hükümdarlığı temsil etmektedir. Anadolu Selçuklu döneminde Konya’nın başkent olduğu yıllarda Konya’da güvercin yetiştiriciliğinin hayli yaygın olduğu bilinmektedir. Hatta Konya’nın o dönemde bir güvercin başkenti olduğu söylenebilir. Konya’da bulunan Selçuklu sultanlarına ve vezirlerine hediye olarak çeşitli ülkelerden güvercinlerin gönderildiğine ilişkin kayıtlı bilgiler bulunmaktadır. Selçuklu Sultanlarının Selçuklu ırkı güvercinleri koruyabilmek amacı ile saray dışına çıkışına izin vermedikleri bilinmektedir. Bu kuşlar hediye ve satış da dahil olmak üzere hiçbir şekilde Konya dışına çıkartılmamışlardır. Konya’da 1200’lü yıllarda yaşadığı bilinen Hz. Mevlana’nın da Selçuklu ırkı güvercin yetiştirdiği menkıbelerde kayıtlıdır. Bu nedenle daha sonraları onu izleyen çelebiler de güvercin yetiştirmiş ve bu çelebiler arasından ünlü kuşçular çıkmıştır. Selçuklu devleti sonrasında, Osmanlı döneminde de Konya’da bulunan bazı zengin ailelerce bu güvercinlerin soyu titizlikle korunmuştur. Selçuklu kuşlarının İstanbul’da bulunan Osmanlı sarayına geliş tarihi 1875 yılında II. Abdülhamid’in padişahlığı dönemindedir. Bu güvercinler dünya üzerinde soyuna kan karışmamış ender güvercin ırklarından biridir. Selçukluların güvercine verdikleri değer onların sanatına da yansımıştır. Bugün Konya’da bulunan çini eserler üzerinde Selçuklu güvercinlerine ait figürlere rastlamak mümkündür. Başka bir örnek de Selçuklu döneminden kalma bir yapı olan Denizli yakınlarındaki Akhan Kervansarayında görülebilir. 1253 yılı yapımı olan bu kervansarayın köşe sütun başlıklarında güvercin motifleri yer almaktadır.

OSMANLI TOPLUMUNDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

Osmanlı sarayında başlangıçta kuşçuluk, daha çok avlanma gereksinimi ile birlikte yürümüştür. İlk padişahlar ava önem veren kişilerdi. Bu dönemde sarayda, Doğancıbaşı, Atmacacıbaşı, Şahincibaşı, Çakırcıbaşı gibi kuşlarla ilgilenen rütbeli kişiler bulunmaktadır. Bunların denetiminde çalışan ve belli bir hiyerarşi içinde dizilmiş bir çok görevli vardır. Sonradan bu av geleneği terk edilmiştir. Padişahlar 5. Mehmet’ten sonra av ile ilgilenmemişlerdir. Ancak “şikar halkı” denilen bu av teşkilatı korunmuştur. 1600’lü yılların başında sarayda görevli 30 doğancı, 271 çakırcı, 276 şahinci, 45 atmacacı olmak üzere 592 görevli çalışmaktadır. İlerleyen yıllarda bu görevlilerin sayıları azalmıştır. Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde belirttiğine göre, 1600 lü yıllarda Osmanlı’da, İstanbul’da bulunan kuşbazlar 500 dükkan ve 600 kişiden oluşmaktadırlar. Yetiştirilen güvercin ırkları ise şöyle sıralanmaktadır. Pal, taklabaz, şeber, cevizi, Şami, Mısıri, Bağdatlı, munakkit, alare, marselos (martoloz), demkeş, sabe, talazlı, pelenk, jebar, kızıl ala, kara ala, tekir ala, varkil ala, sade kut, taçlı kut, çakşırlı kut. Osmanlı döneminde bir şenlikteki geçit alayını gösteren 1582 tarihli bir minyatürde, kuşlarla beraber yürüyen kuşbazlara yer verilmiştir. Bu minyatür kuşbazların toplum içindeki yerini göstermesi açısından anlamlıdır. Osmanlı sarayının, bir yandan Anadolu’nun yerli ırklarını geliştirirken bir yandan da yayıldığı çok geniş coğrafya içersinde ve bu coğrafyaya komşu ülkelerdeki güvercin ırklarını topladığı ve ıslaha çalıştığı bilinmektedir. Osmanlı’da gerek İstanbul’da gerekse İstanbul dışındaki saraylarda, saraya bağlı çiftliklerde, mutlaka bir “güvercinlik” bulunmaktadır. Bu güvercinliklerin bir örneğini günümüzde İstanbul’da Dolmabahçe sarayı bahçesinde görebilmek mümkündür. Osmanlı toplumunda kuşlarla ilgilenen kişilere genel olarak “kuşbaz” adı verilmektedir. Sarayın kuşbazları genellikle saray bahçelerinde bulunan ve “kuşluk” adı verilen bölümde yetiştirilen kuşlarla ve güvercinlerle de ilgilenmektedirler. Osmanlı toplumunda dikkati çeken bir özellik güvercinlerle ilgili her türlü belgenin titizlikle ve düzgün olarak kayıt edilmiş olmasıdır. Ancak ne yazık ki Osmanlı arşivinin bugün tamamı elimizde değildir. Osmanlı arşivinde güvercinlerle ilgili tespit edebildiğim belgeler, 1877 ile 1908 tarihleri arasında yaklaşık 40 kadar belgeden oluşmaktadır.

HALKIN GÜVERCİNE VE KUŞBAZLARA YAKLAŞIMI

Osmanlı toplumunda halk içinde daha çok dini yaklaşımlar sonucu güvercin hep kutsal bir kuş olarak kabul edilmiştir. Bunun bazı dönemsel ve yöresel istisnaları vardır. Ancak ülke genelinde güvercin ve genel olarak da kuşlar hep kutsal canlılar olarak değerlendirilme eğiliminde olmuşlardır. Kuran’da Nur suresinde kuşların tanrıya dua ve tesbih eyledikleri zikr edilmektedir. Halk içinde cami avlusunda dolaşan güvercin ve kumruların hu ! hu ! şeklinde öterek dolaşmaları, bu kuşların Allah adını zikr etmeleri anlamında yorumlanmış ve bu kuşlara dokunulmadığı gibi yemlenerek beslenmişlerdir. Gene Osmanlı döneminde yaygın olan bir adete göre, günahlarını af ettirmek isteyen ya da sevap kazanmak isteyen kişiler, esir (köle) azat ederlerdi. Esir sahibi olup da azat edemeyenler ise kuş azat ederlerdi. Kuş pazarlarında azat edilmek için satılan ve adına “adak kuşları” denilen çeşitli kuşlar bulunmaktaydı. Adak kuşları kuş pazarından satın alınır ve “azat mezat beni cennet kapısında gözet” denildikten sonra uçurularak serbest bırakılırlardı. Kuşlar eski dönemlerde hep haber getiren ve müjdeleyici varlıklar olarak görülmüşlerdir. Hz. Süleyman’ın Saba melikesi Belkız ile haberleşmesini sağlayan bir ibibik kuşudur. Hatta bu nedenle kuş resimlerine suret gözüyle bakılmadığı bilinmektedir. Bu konudaki örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Bütün bunlar Osmanlı toplumunda kuşlara verilen önemi göstermesi açısından anlamlıdır. Bunların yanı sıra Kuran’da yer alan Hz. Muhammet’in Kureyşliler’den kaçarken saklandığı mağarada bir güvercinin ona yardım etmesi olayı ve Hacı Bektaşi Veli’nin Horasan’dan Anadolu’ya gelirken güvercin kılığında geldiği yolunda ki rivayetler sonucu İslam dini ve Bektaşiliğin yanı halk arasında da güvercinler hep özel bir öneme sahip olmuşlardır. Bunu Osmanlı dönemine ait bir çok eserde görebilmek mümkündür. Bektaşilerin önemli dini mekanlarından biri olan ve 1519 yılında Hacıbektaş ilçesinde yaptırılan Balım Sultan türbesi içinde, üzerinde güvercin motifleri bulunan şamdanlar bulunmaktadır. Gene bu türbenin külahı üzerinde gökyüzüne doğru uçan bir güvercin alemi yer almaktadır. Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği saray içinde ve halk arasında oldukça yaygın bir uğraştır. 1600’lü yıllarda yaşadığı tahmin edilen Karacaoğlan’a ait olan bir halk türküsünde bile taklacı güvercinlerden bahsedilmektedir. Yaptığım araştırmalardan, taklacı ırkın daha çok halk içinde yaygın olduğunu, saray da ise süs güvercinlerinin makbul kabul edildiği sonucuna vardım. Osmanlı toplumunda güvercinin böylesine özel bir yeri olmasına karşın halk içersinde güvercin yetiştiren kişilere (kuşbazlara) pek iyi gözle bakılmadığı da bir gerçektir. Aslında bu yargı oldukça eskilere ve hatta Orta Asya Türk topluluklarına kadar gitmektedir. Güvercin yetiştirenlerin daha çok başıboş kişiler oldukları, günlerinin büyük bölümlerini kuşlarla geçirdiklerinden evleriyle ve aileleriyle ilgilenmeyecekleri düşünülür. Hatta bu nedenle kuşçulara kız vermeye bile yanaşılmazdı. Eski bir atasözü, “Kuşbazı ve kumarbazı öldüren gazi olur” der. Bu söz bile toplumun kuşçulardan pek hoşnut olmadığını göstermektedir. Kuşçuların hoş karşılanmamalarının bir nedeni de eskiden evlerin avlulu ve birbirine bitişik olması nedeni ile bir evin damına çıkan kişinin, komşu evin avlusunun içini görebilmesinden ileri gelmektedir. Bu avlu kısmı Türk toplumunda evin mahrem yeridir. Çünkü evin kadınları burada dolaşır ve günlük işleri yaparlar. Kuşçular kuş uçurmak ya da yakalamak amacı ile hep damlarda gezdiklerinden bu kişilerin diğer evlerin kadınlarını gözetledikleri düşünülmektedir. Osmanlı Devlinde bu nedenle kuşçular güvenilmez kişiler olarak görülürler ve kuşbazların mahkemede tanıklığı geçerli kabul edilmezdi. Geçmiş ahlak anlayışının bir devamı olarak, bugün bile güvercin yetiştirenler bu anlayışı kırabilmiş değillerdir. Ancak bütün bunlara karşın Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliği geleneksel ve yaygın bir tarza sahiptir. Osmanlı döneminde Kilis’te güvercin yetiştirenlerin giydikleri özel bir kıyafet bulunuyordu. Bu kıyafet aynı bugün folklor ekiplerinin giydiklerine benzer tarzda belli biçimde, belli kumaşlardan ve belli giysi tiplerinden oluşmaktaydı. Mazlum Nusret Kılıçkıran, “Kilis’te kuşçuluk” adlı makalesinde bu kıyafeti en ince ayrıntılarına kadar tanımlamaktadır. Böyle bir kıyafet şeklinin gelişmiş olması bile, Osmanlı toplumunda güvercin yetiştiriciliğinin nasıl geleneksel bir tarza sahip olduğunu ve bu tarz temelinde nasıl kültürel bir yapı geliştiğini göstermesi açısından anlamlıdır. Bu konuda farklı bir örnek olarak halk sanatının birer örneği olarak kabul edilen eski Türk halılarından bahsedebiliriz. Bu halılar üzerinde kumru ve güvercin motiflerine yer yer rastlanmaktadır. Konya müzesinde yer alan eski bir Kırşehir seccadesi olan halının orta yerinde güvercinler görülebilir. Gene eski bir Gördes halısı üzerinde kuşlara yer verilmiştir. Osmanlılar, güvercin çeşidi olarak kendilerinden önce Anadolu’da bulunan ırkları yetiştirmeye devam etmişler ve sonraları çoğu kendi toprakları içersinde bulunan ülkelerden farklı ırkları getirerek ıslah çalışmalarında bulunmuşlardır. Bugün Türkiye’de yetiştirilen 80 kadar güvercin ırkının hemen hepsi bize Osmanlı döneminden miras kalmış güvercinlerdir. Ancak Osmanlı’dan devraldığımız ırk sayısı 80 den daha fazladır. Bugün bazı ırklar yok olmuştur. Bu bakımdan günümüzde Osmanlı’dan devraldığımız mirası tam anlamı ile koruyabildiğimiz söylenemez.

OSMANLI SARAYINDA GÜVERCİNE VERİLEN ÖNEM

Osmanlı devletinde dikkati çeken bir özellik, güvercinlerin Osmanlı sarayının değerli hayvanları arasında sayılması ve sarayda yetiştirilen güvercinlerde kesinlikle melez ırk bulundurulmamasıdır. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini belirten bir belge Osmanlı devlet arşivinde mevcuttur. Hatta saray yönetimi güvercinlerin eğitilmesi, ıslahı gibi konularda bilgisine başvurulmak üzere yurtdışından uzmanlar getirmekten bile çekinmemektedir. Bu konuda 1883 yılında Fransa’dan Möso Jumbar adlı bir güvercin uzmanı getirildiği ve uzmanın konu ile ilgili olarak yazdığı bir yazının çevirisinin güvercin yetiştiriciliğinde kullanıldığı gösteren bir belge bulunmaktadır. Osmanlı’da halkın güvercinlere olan ilgisi de oldukça fazladır. O dönemde Osmanlı’da kurulan açık güvercin pazarlarının başında Üsküdar pazarı gelmektedir. Bunun yanı sıra Pera’da da (Beyoğlu) bir açık pazar olduğu bilinmektedir. Üsküdar’da 1887 yılından itibaren düzenli bir güvercin panayırının kurulduğunu ve bu panayıra ilgi oldukça fazla olduğunu, 1899 yılında panayırın açılışında güvenlik önlemleri alınması gerektiğine ilişkin bir belgeden anlamaktayız. Ayrıca açık pazarların yanı sıra güvercin yetiştiricileri çarşı içindeki dükkanlarda da kuş satışı yapmaktadırlar. Osmanlı döneminde güvercinlerle ilgili yazılı belgeler daha çok son döneme aittir. Ülke içinde saraya bağlı çeşitli çiftlikler arasında güvercin nakillerinin yapıldığı bilinmektedir. Aynı nakillere İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Amerika gibi dış devletler ile de rastlanmaktadır. Buradaki kuş alış verişi, devletler arasında yapılmakta ve padişahın fermanı ile olmaktadır. Bu yıllar Avrupalı gezginlerin Anadolu’da turlar düzenlediği ve özelliği olan nadir hayvan, bitki türleri ile, çeşitli eşya, kumaş ve tarihi eserlerimizi serbestçe yurt dışına taşıdıkları yıllardır. Aynı yıllar, bazı güvercin ırklarımızla birlikte Ankara keçisinin de yurt dışına çıkartıldığı dönemdir. Gerek kapitilasyonlar ve dışa bağımlılık, gerekse feth edilen coğrafi alanın geniş olması ve son dönem Osmanlı padişahlarının bu konuda gerekli titizliği göstermemeleri sonucu Osmanlı devletinin son dönemlerinde güvercin ırklarımızın iyi korunamadığını söyleyebiliriz. Osmanlı’da kuş ticareti sadece dışarı kuş gönderilmesi şeklinde değildir. Dışarı ülkelerden Osmanlı’ya kuş getirildiğine ilişkin belgeler de bulunmaktadır. Hindistan’dan, Kalküta’dan, Girit’ten İstanbul’a kuş ve güvercin getirildiğine ilişkin belgeler vardır. Hatta Osmanlı’nın bu konuda kurnazca davranıp farklı ülke kuşlarını çaktırmadan topladığına da şahit olmaktayız. Bu konuda Ahmet Ratip Paşa adlı bir Osmanlı paşasının Hint ülkelerinde basit bir seyyah gibi dolaşarak papağan, güvercin, kumru ve ipekli Hint kumaşı toplamaya devam etmesi yolunda bir belge bulunmaktadır. Ülke içinde ise Konya ile olan kuş alış verişi dikkat çekicidir. Bu durum Selçuklu devletinden bu yana Konya’nın güvercin konusunda gelişmiş bir merkez olduğunu düşündürmektedir. Sarayın Konya Valiliği’nden melez olmayan kuş taleplerine ilişkin belgeler vardır. Konya ile olan kuş alış verişi eskiden beri devam etmekte olan bir tarz havası vermektedir. Bu konudaki en eski belge 1881 tarihlidir. Aynı zamanda sarayın Konya ahalisinden isteyenlere dağıtılmak üzere 195 çift güvercin gönderdiği de bilinmektedir.

OSMANLI DEVLETİNDE POSTA GÜVERCİNİ YETİŞTİRİCİLİĞİ

Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515 tarihinde Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki 1. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Osmanlılarda haberleşme amaçlı kullanılan güvercinlerin başında Bağdat güvercini gelmektedir. Bağdat güvercinleri o dönemde gerçektende çok kıymetli ve değerli olarak kabul edilmekteydiler. Osmanlı’da posta güvercini yetiştiriciliği daha çok askeri amaçlı olarak ele alınmaktadır. Bu konudaki en eski belge 1890 tarihlidir. Bu belge, Osmanlı ordusunda askeri amaçlı posta güvercini yetiştirilmesini öngörmektedir. Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusu posta güvercini alımları yapmakta ve bunların eğitimi ile ilgili çalıştığını bilmekteyiz. 1897 tarihli bir belgede “güvercin posta muhafazası” adlı bir icadın Paris’teki Osmanlı büyük elçiliğine gönderildiğini öğreniyoruz. 1895 yılında yazılmış “posta güvercinlerinin terbiyesi” adlı bir yazı Osmanlı devlet arşivinde bulunmaktadır. Gene savaş zamanı Kerç ile Kefe ve Sivastopol arasında haberleşmede kullanılmak üzere posta güvercini eğitildiği 1898 tarihli bir belge ile bilinmektedir. 1895 tarihli bir başka belgeden ise, Rus filosunun Karadeniz’deki manevraları nedeni ile İstanbul ve Nikolajow veya Sivastopol arasında haberleşmenin sağlanması amacı ile Büyükdere’deki Rus büyükelçisinin konağının bahçesine bir posta güvercini istasyonu kurulduğunu öğrenmekteyiz.

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ

Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ülkemizde güvercinler konusunda yayınlanan ilk kitap 1925 tarihlidir. Bu kitap posta güvercinleri ile ilgilidir. 1923 yılında Cumhuriyet kurulmuş olmakla birlikte henüz harf devrimi yapılmamış olduğundan (harf devrimi 1928’de yapıldı) bu ilk kitap Osmanlıca’dır. Nuri Halil adlı bir subayımız tarafından yazılmış olan 48 sayfalık bu kitap, “Muhabere vasıtalarından güvercin usul-i talim ve terbiyesi” adını taşımaktadır. 1931 ve 1936 yılları arasında Cumhuriyet arşivi kataloglarında posta güvercini yetiştiriciliği ile ilgili çeşitli kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlardan o dönemde posta güvercini alış verişinin Rusya ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Rusya’dan güvercin istasyonları, muhabere malzemeleri, güvercin maskeleri ve selloloit halka alındığı bu kayıtlarda görülmektedir. 1936 yılına ait bir kayıtta 5000 adet selloloit halka sipariş edilmiş olması ordunun posta güvercini sayısı hakkında kısmen bir fikir vermektedir. Bu yıllara ilişkin önemli bir bilgi de, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgilidir. Ankara’nın 1923 yılında Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce başkent olması ve arkasından Cumhuriyetin ilanını takiben Ankara’da ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Bu seçimde Atatürk ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında Cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir. Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik (Dönek) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de güvercinlere meraklı olduğu ve belki de doğum yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bugün Çankaya köşkünde bu güvercinlerden bulunmamaktadır. Belki Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk Orman Çiftliği’ne nakledilmiş olabilirler.
Kaynak: Anadolu Güvercin Kültürü Derneği
 
Geri
Üst