filo
Üye
- Katılım
- 1 Ocak 2009
- Mesajlar
- 1,350
- Tepkime puanı
- 0
- Yaş
- 45
- Ad Soyad
- filocu
- Meslek
- .
- Şehir
- İstanbul-II (Anadolu)
- İlgi Alanı
HİKAYE İNTERNET ORTAMINDAN ALINTIDIR.. OKUYUP KEYİF ALDIĞIM İÇİN PAYLAŞMAK İSTEDİM..
Kanatların Esareti
Çocukluğumdan beri, bir çok kez istemiş olmama rağmen yollarımızın bir türlü kesişemediği, hayatımın bir parçası olan, özgürlük savaşçısı, uçan ve taklalar atan bir güvercin görsem, onlarla uçtuğum, onlarla büyüdüğüm zamanları özlüyorum. Çocukluğumda defalarca bulutlarda beraber uçtuğumuz, bazen damlarda arkadaşlık ettiğimiz, bazen de deli rüzgarlarda savrulduğumuz güvercinlerle buluşmak için öncelerde İnönü Stadının bitişiğinde bulunan, günümüzde Ulus Bentderesi mevkiinde kurulduğunu duyduğum kuş pazarına gitmek için bir gün hazırlandım.
Kuş pazarını zar zor bulduktan sonra, içeri girmek için davranıyorum, ama girişin bir ücret karşılığı olduğunu öğrenince de çok şaşırıyorum. Kuş pazarının bu kadar küçük bir alana sığdırılmış olması beni üzüyor. İçerisi çok kalabalık, gürültülü ve sıcak. Özgür arkadaşlarımın da bu konudan rahatsız olduklarını anlamam çok uzun sürmüyor. Gözlerindeki o korku ve stresi anlamamak mümkün değil. İlk önce uzaktan izlediğim ve yaklaştıkça güzellikleri artan güvercinlerini görünce, kendimi tutamıyor ve bir satıcının yanına yaklaşıyorum. Merhabalaştıktan sonra, cinslerinin ne olduğunu sormaktan kendimi alamıyorum. Satıcı “Şebap” diyor ve anlatmaya başlıyor “Bu kuşlar şeffaf, masa kuşu, bunun güzelliği burada, bunu alacaksın işleyeceksin, bunun bir alternatifi yoktur. Buna takla atıyor mu diye kimse sormaz. Bunun gözüyle, burnuyla oynanmamalı, rengiyle de hiç oynanmaması gerekir, kürenk kuşun bulunması çok zor...”
Satıcının anlattıkları içinde dikkatimi çeken bir kelime var MASA KUŞU. Meraklı gözlerle, birazda muziplik olsun dercesine, bu kuşların kaç saat uçtuklarını, nasıl takla attıklarını soruyorum. Cevap gecikmiyor: “bu kuşları uçurmayacak sın, bunların takla atanı da çıkar, atmayanı da. Bunlar masa kuşu. Bunların kanatlarını keseceksin ve yerde gezecekler”.
İçim burkuluyor. Çocukken beraber uçtuğum, güzel arkadaşlıklara kanat açtığım güvercinler bunlar olmasa gerek diyorum kendi kendime. Ama içimdeki merak artarak sormaya devam ediyorum: “Neden kuşlar uçmasın ki?” Yine cevap gecikmiyor: “Uçan ve takla atan güvercinler üzerindeki tehditler gün geçtikçe bir çığ gibi büyüyor. Hırsızlık vakaları, şehir hayatından kaynaklı ve gün geçtikçe azalan uçurum yerleri, sayıları gitgide artan ve şehir hayatına adapte olabilen yırtıcı kuşlar...”
Satıcının bana söylediklerini işittikçe ruhumun daraldığını ve bir daha uçamayacağım korkusunun içime doğduğunu hissediyorum. Satıcının yanından biraz uzaklaştıktan sonra, kendi kendime düşünmeye başlıyorum. Oysaki yüzyıllardan beri uçmaya ve uçurmaya meraklı insan oğlunun, uçabilen bir yaratığı neden tutsak etmek istediğini anlayamıyorum ve aklıma bir Türk bilgini olan Hazarfen Ahmet Çelebi geliyor. Özellikle hava akımlarını ve kuşların uçuşunu inceleyerek, yine bir Türk bilgini olan İmam Cevherinin çalışmalarını geliştiren ve büyük riskleri alarak Galata köprüsünden kendini aşağıya bırakan ve uçarak Üsküdar semtinde Doğancılar Meydanına inen o muhteşem Türk'ü de hatırlıyorum birden. Bilgilerimi biraz daha sınadıkça, Sarayburnunda Hazarfen Ahmet Çelebi’yi izleyen ve deneyin başarıyla sonuçlandığını gören IV Murat’ın onunla ilk önce yakından ilgilendiğini, hatta Evliya Çelebi'ye göre bir kese altınla sevindirdikten sonra “Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değildir” diyerek bu derece bilgili ve zeki birisini Cezayir’e sürgün etmesi ve Hazarfen Ahmet Çelebinin o sürgünde ölmesi, hala tarihten toplum olarak bir ders almadığımızı düşündürüyor.
Satıcının birer-birer sıraladığı diğer tehditleri de öğrendikten sonra, “Bu uçma özgürlükleri elinden alınmış masa kuşları taklacı oyun kuşlarını daha mı az tehdit ediyorlar?” diye kendime soruyorum. Aslında beni şüphelendiren bir durumda, bu güvercin satıcısının verdiği pratik ve kıvrak cevaplar. Kafama takılan ve ticari bir rant elde etmek isteyen bir kişi kimliğine bürünerek yaklaşıyorum satıcının yanına ve “Kusura bakma bir iki soru daha sormak istiyorum.” diyorum satıcıya. O da “peki” dercesine kafasını sallıyor.
“Ben ticaret erbabıyım, peki bu kuşlardan bir çift senden alsam, gelecek seneye iyi bir paraya bunları satabilirmiyim?” diye soruyorum. “Tabiki bu kuşlar her zaman değerlidir” diye cevap veriyor bana.
Devam ediyorum sorularıma biraz daha aydınlanmak ve satıcıyı denemek için; “Ama ben bir duyum aldım,her sene bu kuşların modası değiştirilirmiş ve gelecek sene çift tepe beyazlar moda olacakmış. O zaman bu kuşların değeri düşmez mi?”
“Hayır. Olur mu?” diye terslercesine cevap veren, lafı değiştirmeye çalışan satıcı bana güven vermiyor, yanından bazı soruların cevabını almış olarak ayrılıyorum. Aslında istediğim cevapları almış olmamla beraber bu cevapların doğruluğunu teyit etmek istercesine iki taklacı güvercin satıcısının yanına daha yaklaşıyorum ve merhabalaştıktan sonra muhabbete başlıyoruz. Lakabının Tatar Ramazan olduğunu öğrendiğim satıcıya soruyorum; “Şebap güvercinler hakkında ne düşünüyorsun?” Şeytani bir gülücüğün ardından “ Bu kuşların kaşını, gözünü, paçasını seviyor ve besliyorsan eyvallah, şayet çoğaltıp para kazanayım gibi bir düşüncen varsa şunu kulağına küpe yap. Birileri bu kuşları, siz para kazanasınız diye tespit etmiyor ve revaçta tutmuyor. Bu senenin modasını, seneye para ettiremezsin” diyor ve ekliyor “Aslında biliyor musun bu rantın peşinde olanların tamamına yakını, birer taklacı oyun kuşu meraklısı”
Yıllar önce bir dost meclisinde, sohbetlerine kulak misafiri olduğum, Taklacı oyun kuşları yetiştiriciliğinin duayenleri olmuş, herkesçe çok sevilen, isimleri her zaman rahmetle anılan Tenekeci Saim ustanın, Elektrikçi Şeref ağabeyin ve Kulüpçü Avni dayının bir fikir teatisi aklıma geliyor. Usta “Bir gün gelecek bu kuşlar uçmamaya başlayacak, insanlar tavuk gibi kuşları yerde besleyecekler. Bu kuşları uçurma meşakkatini gösteremeyecekler, zorluklardan yılacaklar. Günden güne bilinçsiz yetiştiriciler; renk, paça, kaş, göz uğruna bu Türk kültürünün nadide parçalarını renk uğruna farklı ırk güvercinlerle kırarak oyun performanslarını kaybettirecekler.” diyor. Şerefattin Karasu “Kuş havada balık tavada, kuşçunun iyisi kuşunu havada, kötüsü masada uçurur diye boşuna mı demiş olacak büyüklerimiz. Uçmayan kuş masada güzel olsa ne olmasa ne. Yerdeki kuş ne kadar güzel olursa olsun, zaman içerisinde gözde eskir. Oysa iyi bir oyun kuşu gözde eskir mi, unutulur mu?” diye ilave ediyor. Ardından Kulüpçü Avni dayı “ Yerdeki kuşa bakarak ne kadar zaman geçirebilirsiniz, kaç bardak çay içebilirsiniz. Yerdeki kuşa bak-bak kanat aynı kanat, paça aynı paça. Oysa iyi oynayan bir kuş izlerken demlikler biter farkına bile varamazsınız. O kuşun yaptığı her hareket ayrı bir heyecan, attığı her takla bir yürek çırpıntısıdır. Desenize yeni nesil eşinin dostunun kuşlarını uçururken göremeyecek, altında bir bardak çay içip sohbetler yapamayacak. Desenize, artık birbirlerine kuşlarını kutu içerisinde kahvehanelerde gösterecekler !”
Ustalarımızın söyledikleri aklıma gelince ürperiyorum ve birden aklıma Tevrat’ta yer alan Tufan Efsanesindeki gemiden salınan kuşun bir güvercin olduğu geliyor.
Altı veya yedi yaşlarında bir Taklacı Oyun güvercini satıcısının yanına yaklaşıyorum ve iki tane beyaz güvercin aldıktan sonra, dışarıya çıkıyorum. On metre kadar ilerledikten sonra, çocukken beraber uçtuğum güvercinlerle rüzgarda savrulmak için onları gök yüzüne doğru fırlatıyorum. Aşk ve Güzellik tanrıçası olarak bilinen ve sembolü Güvercin olan Aphorodite ile tekrar buluşmak umuduyla evime geri dönüyorum.
Kanatların Esareti
Çocukluğumdan beri, bir çok kez istemiş olmama rağmen yollarımızın bir türlü kesişemediği, hayatımın bir parçası olan, özgürlük savaşçısı, uçan ve taklalar atan bir güvercin görsem, onlarla uçtuğum, onlarla büyüdüğüm zamanları özlüyorum. Çocukluğumda defalarca bulutlarda beraber uçtuğumuz, bazen damlarda arkadaşlık ettiğimiz, bazen de deli rüzgarlarda savrulduğumuz güvercinlerle buluşmak için öncelerde İnönü Stadının bitişiğinde bulunan, günümüzde Ulus Bentderesi mevkiinde kurulduğunu duyduğum kuş pazarına gitmek için bir gün hazırlandım.
Kuş pazarını zar zor bulduktan sonra, içeri girmek için davranıyorum, ama girişin bir ücret karşılığı olduğunu öğrenince de çok şaşırıyorum. Kuş pazarının bu kadar küçük bir alana sığdırılmış olması beni üzüyor. İçerisi çok kalabalık, gürültülü ve sıcak. Özgür arkadaşlarımın da bu konudan rahatsız olduklarını anlamam çok uzun sürmüyor. Gözlerindeki o korku ve stresi anlamamak mümkün değil. İlk önce uzaktan izlediğim ve yaklaştıkça güzellikleri artan güvercinlerini görünce, kendimi tutamıyor ve bir satıcının yanına yaklaşıyorum. Merhabalaştıktan sonra, cinslerinin ne olduğunu sormaktan kendimi alamıyorum. Satıcı “Şebap” diyor ve anlatmaya başlıyor “Bu kuşlar şeffaf, masa kuşu, bunun güzelliği burada, bunu alacaksın işleyeceksin, bunun bir alternatifi yoktur. Buna takla atıyor mu diye kimse sormaz. Bunun gözüyle, burnuyla oynanmamalı, rengiyle de hiç oynanmaması gerekir, kürenk kuşun bulunması çok zor...”
Satıcının anlattıkları içinde dikkatimi çeken bir kelime var MASA KUŞU. Meraklı gözlerle, birazda muziplik olsun dercesine, bu kuşların kaç saat uçtuklarını, nasıl takla attıklarını soruyorum. Cevap gecikmiyor: “bu kuşları uçurmayacak sın, bunların takla atanı da çıkar, atmayanı da. Bunlar masa kuşu. Bunların kanatlarını keseceksin ve yerde gezecekler”.
İçim burkuluyor. Çocukken beraber uçtuğum, güzel arkadaşlıklara kanat açtığım güvercinler bunlar olmasa gerek diyorum kendi kendime. Ama içimdeki merak artarak sormaya devam ediyorum: “Neden kuşlar uçmasın ki?” Yine cevap gecikmiyor: “Uçan ve takla atan güvercinler üzerindeki tehditler gün geçtikçe bir çığ gibi büyüyor. Hırsızlık vakaları, şehir hayatından kaynaklı ve gün geçtikçe azalan uçurum yerleri, sayıları gitgide artan ve şehir hayatına adapte olabilen yırtıcı kuşlar...”
Satıcının bana söylediklerini işittikçe ruhumun daraldığını ve bir daha uçamayacağım korkusunun içime doğduğunu hissediyorum. Satıcının yanından biraz uzaklaştıktan sonra, kendi kendime düşünmeye başlıyorum. Oysaki yüzyıllardan beri uçmaya ve uçurmaya meraklı insan oğlunun, uçabilen bir yaratığı neden tutsak etmek istediğini anlayamıyorum ve aklıma bir Türk bilgini olan Hazarfen Ahmet Çelebi geliyor. Özellikle hava akımlarını ve kuşların uçuşunu inceleyerek, yine bir Türk bilgini olan İmam Cevherinin çalışmalarını geliştiren ve büyük riskleri alarak Galata köprüsünden kendini aşağıya bırakan ve uçarak Üsküdar semtinde Doğancılar Meydanına inen o muhteşem Türk'ü de hatırlıyorum birden. Bilgilerimi biraz daha sınadıkça, Sarayburnunda Hazarfen Ahmet Çelebi’yi izleyen ve deneyin başarıyla sonuçlandığını gören IV Murat’ın onunla ilk önce yakından ilgilendiğini, hatta Evliya Çelebi'ye göre bir kese altınla sevindirdikten sonra “Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değildir” diyerek bu derece bilgili ve zeki birisini Cezayir’e sürgün etmesi ve Hazarfen Ahmet Çelebinin o sürgünde ölmesi, hala tarihten toplum olarak bir ders almadığımızı düşündürüyor.
Satıcının birer-birer sıraladığı diğer tehditleri de öğrendikten sonra, “Bu uçma özgürlükleri elinden alınmış masa kuşları taklacı oyun kuşlarını daha mı az tehdit ediyorlar?” diye kendime soruyorum. Aslında beni şüphelendiren bir durumda, bu güvercin satıcısının verdiği pratik ve kıvrak cevaplar. Kafama takılan ve ticari bir rant elde etmek isteyen bir kişi kimliğine bürünerek yaklaşıyorum satıcının yanına ve “Kusura bakma bir iki soru daha sormak istiyorum.” diyorum satıcıya. O da “peki” dercesine kafasını sallıyor.
“Ben ticaret erbabıyım, peki bu kuşlardan bir çift senden alsam, gelecek seneye iyi bir paraya bunları satabilirmiyim?” diye soruyorum. “Tabiki bu kuşlar her zaman değerlidir” diye cevap veriyor bana.
Devam ediyorum sorularıma biraz daha aydınlanmak ve satıcıyı denemek için; “Ama ben bir duyum aldım,her sene bu kuşların modası değiştirilirmiş ve gelecek sene çift tepe beyazlar moda olacakmış. O zaman bu kuşların değeri düşmez mi?”
“Hayır. Olur mu?” diye terslercesine cevap veren, lafı değiştirmeye çalışan satıcı bana güven vermiyor, yanından bazı soruların cevabını almış olarak ayrılıyorum. Aslında istediğim cevapları almış olmamla beraber bu cevapların doğruluğunu teyit etmek istercesine iki taklacı güvercin satıcısının yanına daha yaklaşıyorum ve merhabalaştıktan sonra muhabbete başlıyoruz. Lakabının Tatar Ramazan olduğunu öğrendiğim satıcıya soruyorum; “Şebap güvercinler hakkında ne düşünüyorsun?” Şeytani bir gülücüğün ardından “ Bu kuşların kaşını, gözünü, paçasını seviyor ve besliyorsan eyvallah, şayet çoğaltıp para kazanayım gibi bir düşüncen varsa şunu kulağına küpe yap. Birileri bu kuşları, siz para kazanasınız diye tespit etmiyor ve revaçta tutmuyor. Bu senenin modasını, seneye para ettiremezsin” diyor ve ekliyor “Aslında biliyor musun bu rantın peşinde olanların tamamına yakını, birer taklacı oyun kuşu meraklısı”
Yıllar önce bir dost meclisinde, sohbetlerine kulak misafiri olduğum, Taklacı oyun kuşları yetiştiriciliğinin duayenleri olmuş, herkesçe çok sevilen, isimleri her zaman rahmetle anılan Tenekeci Saim ustanın, Elektrikçi Şeref ağabeyin ve Kulüpçü Avni dayının bir fikir teatisi aklıma geliyor. Usta “Bir gün gelecek bu kuşlar uçmamaya başlayacak, insanlar tavuk gibi kuşları yerde besleyecekler. Bu kuşları uçurma meşakkatini gösteremeyecekler, zorluklardan yılacaklar. Günden güne bilinçsiz yetiştiriciler; renk, paça, kaş, göz uğruna bu Türk kültürünün nadide parçalarını renk uğruna farklı ırk güvercinlerle kırarak oyun performanslarını kaybettirecekler.” diyor. Şerefattin Karasu “Kuş havada balık tavada, kuşçunun iyisi kuşunu havada, kötüsü masada uçurur diye boşuna mı demiş olacak büyüklerimiz. Uçmayan kuş masada güzel olsa ne olmasa ne. Yerdeki kuş ne kadar güzel olursa olsun, zaman içerisinde gözde eskir. Oysa iyi bir oyun kuşu gözde eskir mi, unutulur mu?” diye ilave ediyor. Ardından Kulüpçü Avni dayı “ Yerdeki kuşa bakarak ne kadar zaman geçirebilirsiniz, kaç bardak çay içebilirsiniz. Yerdeki kuşa bak-bak kanat aynı kanat, paça aynı paça. Oysa iyi oynayan bir kuş izlerken demlikler biter farkına bile varamazsınız. O kuşun yaptığı her hareket ayrı bir heyecan, attığı her takla bir yürek çırpıntısıdır. Desenize yeni nesil eşinin dostunun kuşlarını uçururken göremeyecek, altında bir bardak çay içip sohbetler yapamayacak. Desenize, artık birbirlerine kuşlarını kutu içerisinde kahvehanelerde gösterecekler !”
Ustalarımızın söyledikleri aklıma gelince ürperiyorum ve birden aklıma Tevrat’ta yer alan Tufan Efsanesindeki gemiden salınan kuşun bir güvercin olduğu geliyor.
Altı veya yedi yaşlarında bir Taklacı Oyun güvercini satıcısının yanına yaklaşıyorum ve iki tane beyaz güvercin aldıktan sonra, dışarıya çıkıyorum. On metre kadar ilerledikten sonra, çocukken beraber uçtuğum güvercinlerle rüzgarda savrulmak için onları gök yüzüne doğru fırlatıyorum. Aşk ve Güzellik tanrıçası olarak bilinen ve sembolü Güvercin olan Aphorodite ile tekrar buluşmak umuduyla evime geri dönüyorum.