hkaplan
Gold Üye
- Katılım
- 14 Ağu 2010
- Mesajlar
- 66
- Tepkime puanı
- 0
- Yaş
- 64
- Ad Soyad
- Hasan KAPLAN
- Meslek
- -
- İlgi Alanı
- Kediler
1976 yılın bahar ayının bir sabahında, horozlar bile uykudayken ben her zamanki gibi yolda kapının önünde duruyorum. Özellikle sabah erkenden kalkıyorum ki, geceye kalıp mahalleye düşen kuşları göreyim yada sabah erken yabancı kuş geliyor, bizim tepe yüksek olduğundan genelde kuşlar bizim mahalleye düşüyor yakalayım diye kalkıyordum.(bizimki yakala getir götür kuşları idi, damızlık yaptığımız kuşlar vardı ama neyi neye vuracağımız konusunda tecrübemiz pek yoktu, çevremizdeki büyüklerimizden de bir şeyler öğrenemiyorduk ancak gördüklerimizle bir şeyler yapmaya çalışıyor, uzun oynuyan kuşu, uzun oynuyana vuruyorduk, birde eşe vurulacak kuşlarda renk ve göz uyumuna özellikle gözlerin aynı olmasına dikkat ediyorduk,) bizim tepeyi bir orangutanın çıplak kafasını düşünün yuvarlak aynı ona benzer, üst kısmı çıplak, tepenin üstü etrafı duvarlarla kaplı maske arazisiydi. O sıra iki kümesimiz var, damızlıklar bende uçan kuşlar benim Kayserili ortak Hüseyinde, onun ev 50 metre kadar ilerde bizim evin yanındaki aradan giden yolun kıvrımının son kısmına düşüyordu. O gün sabah yeni doğan güneş tepeden insanın gözüne vuruyor, bende her zamanki gibi öylesine (biz maske deriz) tepenin üstüne doğru bakıyorum, birden tam kafamın üstünde, bizim çatının üstünde beyaz takalı bir kuş geçerken gördüm, yavru ekesi ama havada iki metre bir kuş (o sıralar, o kadar iri kuşları sevmezdik oynamaz diye) bizim evin üstünden geçip tepenin üstünde gaz maske fabrikasının duvarını aşıp içine girdi düşerken bir takla atıp adam boyu fışkırdığını gördüm, heyecanla fırladığım gibi kuşun düştüğü yerin 25-30 metre altında oturan ortakgilin eve, bendeki damızlıkları almak için zaman kaybetmektense kuşun düştüğü yere yakın olan bizim ortakgilin oradaki kuşlardan alırız diye herhalde biraz heyecandan birazda acele ettiğimden olacak karar verdim. Kümese vardım ama bizim ortak hala bahar uykusunda allahtan kümesin olduğu yerdeki odada uyuyordu, annesigil duymasın diye (annesi kuşçuluğa oğlunu ben alıştırdım diye söyleyerek her gün istisnasız sabahtan akşama bana kızardı) pencereye vururken bir taraftan da acele ediyordum, kuşu başkaları yakalamasın diye, bizim Hüseyin kafasını çıkartıyor şaşkın şaşkın ne oldu dercesine, çabuk diyorum kümesin anahtarını ver yukarıya beyaz takalı düştü, ben kümesi açıp tutuk yada kanadı çekik bir iki kuşu alıp yukarı doğru çıkarken bizim ortakta bir iki saniyede bana yetişti, maske fabrikasının 1,5 metre kadar yüksekliğinde beton duvarla onun üstünde de 1 metre yükseğinde tel örgüyle çevriliydi, içeri girmek ne cesaret ister, bekçiye yakalanmakta var, (Afrika serengetelerinde çita, av misali) ama biz o zamanlar maske arazisine düşen kuşları yakalamak için o duvarın bir yerinden delik açmış yada tel örgülerin birini kopartıp oradan giriş çıkış yapıyorduk, duvara tırmanıp maskenin içine baktığımızda karşıda 25-30 metre ilerdeki 1- 1,5 metrelik çıkıntı kayanın üstünde (mahallede ki herkes o kayanın üstünde bir şekilde kuş yakalamıştır.) heykel gibi bir kuş duruyor, bembeyaz o kadar beyaz bir kuş olamaz diye geçiriyor insan içinden, biz yaklaşınca kuş yerinden hareketlenmeye başladı korktuk kalkıp gidecek diye, hemen elimizdeki kuşları yere bırakıp, yavaş yavaş sürerek kuşa yaklaşmaya çalıştık, kuş yerdeki kuşları görünce rahatladı, yavruluğun verdiği ürkeklikle biraz yaklaşınca kayadan inerek kuşların yanına geldi ama 1-2 km’lik açık arazide kuşu yakalamanın mümkün olmadığını görünce kuşlarla birlikte demin girdiğimiz duvarın dibine doğru sürmeye başladık, kuşlar önde biz arkada duvara gelince iki taraftan sıkıştırdık, elimi attığım gibi kuş altımda kaldı ama o el atış anında kalbim ne kadar attı, nasıl dayandı bilemiyorum o heyecan anlatılamıyor, kuşun üstüne çuvallandım, kuşu yakaladım ama kuş iki elimle kavrayamıyorum, küçük avucumun içinde maşallah izbandut sanki, kimse görmesin diye hemen fırladık eve, kuşu bantladık, yakaladığımız kuşu bir gün zevkle seyrederdik, hemen kuşun kanadını aldık, ozamanlar iyi kuş yakaladımı kaçırmamak hayvan zaman geçince alışır edasıyla kanadını yolardık, kuşun kanadı gelince de uçurmaya başladık, önceleri havada bir iki adam boyu iki takla ile başladı daha sonra uçtukça oyununu ilerletmeye başladı, kuş uçurduğumuz yere her kuş giremez o küçük bahçeye ağaçların altına kadar sokulup 3-4 takla ile şakül gibi 10-15 metre uzayıp gitmeleri ve yüksek uçması ve havada kalması ile kendini hemen diğer kuşlardan ayırttı, her uçtuğunda o kuşu seyretmek ayrı bir güzeldi, kuş oynayınca duyuldu o sıra rhmetli ayakkabıcı Hasan ağabeynin dükkana her iş çıkışı eve giderken uğrayan deli Avni sahip çıkmaya başladı ben kaybettim diye daha başkaları da, uçan oynuyan kuşun düşmanı da çok oluyor maskede günlerce adamlar beklemiş düşerse kuşu kapmak için daha sonra haberimiz oldu. bizim kuş 10-15 metre oynuyor ama bize göre Ankara’da öyle oynuyan kuş yok, aynı zamanda yakaladığımız kuş sayısınıda hatırlamıyorum, iki ortak olunca yabancı kuş geldiğinde birimiz mahallenin bir köşesine birimiz tepenin üstünde kayalara durup gelen kuşun peşine düşüyorduk, böylece kuşun peşindeki milletle bir o tarafa bir bu tarafa gitmemiş oluyor, düştüğü yerde milletten önce kapma şansımız oluyordu, diğerlerine göre kısmetimiz daha fazlaydı,
O dönemler kuşun özelliklerini bilmiyorduk, (yüksek uçum, havada kalma, altının sağlam olması, taklayı düzgün vurması gibi bunları taa yıllar sonra öğrenecektik, yada daha öğrenmeye halen çalışıyoruz) ama bu kuşta bu özelliklerin pek çoğu vardı, bizi ilgilendiren kuşun uzun oynamasıydı. 10-15 metre mesafe o zamana göre bir minare civarındaydı ve biz kuşların uzunluğunu minare ile ölçerdik, bir minare giden kuş sayısı bizim civarda elle sayılır cinstendi,
Biz kuşu uçurup hava ata duralım, rahmetli ayakkabıcı Hasan abi, (o zamanlar onun dükkandan çıkmazdık, onun kuşlarını beslerdik, o dükkanda yavru alır bir kısmını saimekadın merkezdeki dükkanın arkasında (şimdi park olan alan) orada uçurur diğer kuşları da Esentepede bizim kümeste beslerdik ) biz beyaz takalıyı anlatıp övündükçe Türkiyede üstüne kuş yok diye söylendikçe, kuş her uçtuğunda oynuyor isteyene uçururuz dedikçe o hiç sesini çıkarmaz, tebessüm ederdi, onun çırağıydık ama ona bile arada laf söyler sana da uçar derdik, hiçbir zaman kızmadı, hep yüzünde tebessüm oldu, zaten pek konuşmazdı, onun kuşları havada kendini gösterirdi, bir gün bir beyaz dişi uçurmaya başladı, kuş öyle bir oynuyor ki; en az on –on iki takla beklide daha fazla takla ile saimekadındaki merkez caminin minaresini 5- 6 metre daha geçiyor gidiyor, her uçuşunda 10-12 sefer civarında ezilmeden aynı seferleri yapıyordu, kuşun aldığı mesafe bizim beyaz takalının 2 misli fazla, takla sayısı desen ayrı bir fazlalık, kuş her uçtuğunda tüm kuşçular hatta yoldan geçenler bile oynadığında durup kuşa bakar kuş seferini tamamlayana kadar yürüyüp gitmezlerdi, uzun süre bu kuş seyredildi, (daha sonra bu kuşu beyaz takalı erkeğe vurduk) kuş her uçtuğunda rahmetli ayakkabıcı hasan dükkanında işine devam ederdi, çıkıp seyretmeye bile bakmazdı, ayakkabıcı hasan ağabeynin bu beyaz dişiyi görünce ileriki zamanda yakalama bir kuşla kuruntu yapmakta övünmekte ne kadar yanlış yaptığımızı anladık, belki de o kuş ve hasan ağabeynin hareketi bize örnek oldu, o günden bu yana ( oyunuyan kuşum pek olmasa da) kuşun kuştan üstün olduğunu, olacağını bilmenin düşüncesiyle kimseye karşı ne kuş nede başka sey konusunda üstünlük duygusuna sahip olmadım.
Zaman geldi geçti, bizden evvel gelenlerin bir çoğu göçüp gitti bizde biraz büyüdük sayılır, bir baktık ki, bizim zamanında yaptığımız yakala, getir götür kuşçuluğu ile kuş besleme olayının yeni nesil kuşçularda da devam ettiğini gördük, nesil kuş besleme, secereli kuşlarla yola devam yerine, uçan, kaçan kuşu yakalayıp, yada bir iki kuş satın alma ile bir kuş başlattın mı,(ki oynuyan kuşun, fişek, takla, yüksek uçum, kanadını kullanma, altının sağlam olması gibi oyun özelliklerinin pek farkına varmadan) bizim kuşlardan kralı yok anlayışının devam ettiğini hatta yılların kuşçularına, damızlıkçıları da dahil herkese uçar, bu kuşlardan üstünü yok diye söylentileri duyunca, aklıma bir olay geldi hem de yaşanmış bir olay,
Ülkenin birinde valinin teki çok içermiş, bir gün akşam içki komasına giriyor, korumaları hastaneye kaldırıp sedyeye yatırıyorlar bu ara yanındaki sedyede de bir başka sarhoş sedyede yatıyor, sarhoş sedyede yatan valiyi görünce, kendisi gibi kafası iyi ya kendinden sanıyor, soruyor sen ne iş yaparsın? bizimki sarhoşa, ben valiyim diyor, şarhoş biliyor içen uçar tutamazsın oda tabi içince uçtuğunu sanıp inanmıyor, ulan diyor 2 kadeh içince kendini vali zannediyorsun, demek ki birkaç daha atsaydın kendini reisi cumhur zannedeceksin.
Kuşçularında bazıları yakalama veya alma bir iki kuş oynatımı maazallah benim kuşlarım kral, bunlardan üstünü kimsede yok diye böbürlenir, demek ki; birkaç kuş daha başlatsalar, derneklerde veya başka yerlerde duydukları veya gördükleri onca yılların birikimini taşıyan, besleyen yola devam eden eski ustaları ve kuşlarını tanımaz olurlar.
Hem saygıda hem kusurda.
saygılarımla
O dönemler kuşun özelliklerini bilmiyorduk, (yüksek uçum, havada kalma, altının sağlam olması, taklayı düzgün vurması gibi bunları taa yıllar sonra öğrenecektik, yada daha öğrenmeye halen çalışıyoruz) ama bu kuşta bu özelliklerin pek çoğu vardı, bizi ilgilendiren kuşun uzun oynamasıydı. 10-15 metre mesafe o zamana göre bir minare civarındaydı ve biz kuşların uzunluğunu minare ile ölçerdik, bir minare giden kuş sayısı bizim civarda elle sayılır cinstendi,
Biz kuşu uçurup hava ata duralım, rahmetli ayakkabıcı Hasan abi, (o zamanlar onun dükkandan çıkmazdık, onun kuşlarını beslerdik, o dükkanda yavru alır bir kısmını saimekadın merkezdeki dükkanın arkasında (şimdi park olan alan) orada uçurur diğer kuşları da Esentepede bizim kümeste beslerdik ) biz beyaz takalıyı anlatıp övündükçe Türkiyede üstüne kuş yok diye söylendikçe, kuş her uçtuğunda oynuyor isteyene uçururuz dedikçe o hiç sesini çıkarmaz, tebessüm ederdi, onun çırağıydık ama ona bile arada laf söyler sana da uçar derdik, hiçbir zaman kızmadı, hep yüzünde tebessüm oldu, zaten pek konuşmazdı, onun kuşları havada kendini gösterirdi, bir gün bir beyaz dişi uçurmaya başladı, kuş öyle bir oynuyor ki; en az on –on iki takla beklide daha fazla takla ile saimekadındaki merkez caminin minaresini 5- 6 metre daha geçiyor gidiyor, her uçuşunda 10-12 sefer civarında ezilmeden aynı seferleri yapıyordu, kuşun aldığı mesafe bizim beyaz takalının 2 misli fazla, takla sayısı desen ayrı bir fazlalık, kuş her uçtuğunda tüm kuşçular hatta yoldan geçenler bile oynadığında durup kuşa bakar kuş seferini tamamlayana kadar yürüyüp gitmezlerdi, uzun süre bu kuş seyredildi, (daha sonra bu kuşu beyaz takalı erkeğe vurduk) kuş her uçtuğunda rahmetli ayakkabıcı hasan dükkanında işine devam ederdi, çıkıp seyretmeye bile bakmazdı, ayakkabıcı hasan ağabeynin bu beyaz dişiyi görünce ileriki zamanda yakalama bir kuşla kuruntu yapmakta övünmekte ne kadar yanlış yaptığımızı anladık, belki de o kuş ve hasan ağabeynin hareketi bize örnek oldu, o günden bu yana ( oyunuyan kuşum pek olmasa da) kuşun kuştan üstün olduğunu, olacağını bilmenin düşüncesiyle kimseye karşı ne kuş nede başka sey konusunda üstünlük duygusuna sahip olmadım.
Zaman geldi geçti, bizden evvel gelenlerin bir çoğu göçüp gitti bizde biraz büyüdük sayılır, bir baktık ki, bizim zamanında yaptığımız yakala, getir götür kuşçuluğu ile kuş besleme olayının yeni nesil kuşçularda da devam ettiğini gördük, nesil kuş besleme, secereli kuşlarla yola devam yerine, uçan, kaçan kuşu yakalayıp, yada bir iki kuş satın alma ile bir kuş başlattın mı,(ki oynuyan kuşun, fişek, takla, yüksek uçum, kanadını kullanma, altının sağlam olması gibi oyun özelliklerinin pek farkına varmadan) bizim kuşlardan kralı yok anlayışının devam ettiğini hatta yılların kuşçularına, damızlıkçıları da dahil herkese uçar, bu kuşlardan üstünü yok diye söylentileri duyunca, aklıma bir olay geldi hem de yaşanmış bir olay,
Ülkenin birinde valinin teki çok içermiş, bir gün akşam içki komasına giriyor, korumaları hastaneye kaldırıp sedyeye yatırıyorlar bu ara yanındaki sedyede de bir başka sarhoş sedyede yatıyor, sarhoş sedyede yatan valiyi görünce, kendisi gibi kafası iyi ya kendinden sanıyor, soruyor sen ne iş yaparsın? bizimki sarhoşa, ben valiyim diyor, şarhoş biliyor içen uçar tutamazsın oda tabi içince uçtuğunu sanıp inanmıyor, ulan diyor 2 kadeh içince kendini vali zannediyorsun, demek ki birkaç daha atsaydın kendini reisi cumhur zannedeceksin.
Kuşçularında bazıları yakalama veya alma bir iki kuş oynatımı maazallah benim kuşlarım kral, bunlardan üstünü kimsede yok diye böbürlenir, demek ki; birkaç kuş daha başlatsalar, derneklerde veya başka yerlerde duydukları veya gördükleri onca yılların birikimini taşıyan, besleyen yola devam eden eski ustaları ve kuşlarını tanımaz olurlar.
Hem saygıda hem kusurda.
saygılarımla