Geyik Muhabbeti (Atış Serbest)

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan cengiz_demirci
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
  • Cevaplar Cevaplar 168
  • Görüntüleme Görüntüleme 35K
1976 yılın bahar ayının bir sabahında, horozlar bile uykudayken ben her zamanki gibi yolda kapının önünde duruyorum. Özellikle sabah erkenden kalkıyorum ki, geceye kalıp mahalleye düşen kuşları göreyim yada sabah erken yabancı kuş geliyor, bizim tepe yüksek olduğundan genelde kuşlar bizim mahalleye düşüyor yakalayım diye kalkıyordum.(bizimki yakala getir götür kuşları idi, damızlık yaptığımız kuşlar vardı ama neyi neye vuracağımız konusunda tecrübemiz pek yoktu, çevremizdeki büyüklerimizden de bir şeyler öğrenemiyorduk ancak gördüklerimizle bir şeyler yapmaya çalışıyor, uzun oynuyan kuşu, uzun oynuyana vuruyorduk, birde eşe vurulacak kuşlarda renk ve göz uyumuna özellikle gözlerin aynı olmasına dikkat ediyorduk,) bizim tepeyi bir orangutanın çıplak kafasını düşünün yuvarlak aynı ona benzer, üst kısmı çıplak, tepenin üstü etrafı duvarlarla kaplı maske arazisiydi. O sıra iki kümesimiz var, damızlıklar bende uçan kuşlar benim Kayserili ortak Hüseyinde, onun ev 50 metre kadar ilerde bizim evin yanındaki aradan giden yolun kıvrımının son kısmına düşüyordu. O gün sabah yeni doğan güneş tepeden insanın gözüne vuruyor, bende her zamanki gibi öylesine (biz maske deriz) tepenin üstüne doğru bakıyorum, birden tam kafamın üstünde, bizim çatının üstünde beyaz takalı bir kuş geçerken gördüm, yavru ekesi ama havada iki metre bir kuş (o sıralar, o kadar iri kuşları sevmezdik oynamaz diye) bizim evin üstünden geçip tepenin üstünde gaz maske fabrikasının duvarını aşıp içine girdi düşerken bir takla atıp adam boyu fışkırdığını gördüm, heyecanla fırladığım gibi kuşun düştüğü yerin 25-30 metre altında oturan ortakgilin eve, bendeki damızlıkları almak için zaman kaybetmektense kuşun düştüğü yere yakın olan bizim ortakgilin oradaki kuşlardan alırız diye herhalde biraz heyecandan birazda acele ettiğimden olacak karar verdim. Kümese vardım ama bizim ortak hala bahar uykusunda allahtan kümesin olduğu yerdeki odada uyuyordu, annesigil duymasın diye (annesi kuşçuluğa oğlunu ben alıştırdım diye söyleyerek her gün istisnasız sabahtan akşama bana kızardı) pencereye vururken bir taraftan da acele ediyordum, kuşu başkaları yakalamasın diye, bizim Hüseyin kafasını çıkartıyor şaşkın şaşkın ne oldu dercesine, çabuk diyorum kümesin anahtarını ver yukarıya beyaz takalı düştü, ben kümesi açıp tutuk yada kanadı çekik bir iki kuşu alıp yukarı doğru çıkarken bizim ortakta bir iki saniyede bana yetişti, maske fabrikasının 1,5 metre kadar yüksekliğinde beton duvarla onun üstünde de 1 metre yükseğinde tel örgüyle çevriliydi, içeri girmek ne cesaret ister, bekçiye yakalanmakta var, (Afrika serengetelerinde çita, av misali) ama biz o zamanlar maske arazisine düşen kuşları yakalamak için o duvarın bir yerinden delik açmış yada tel örgülerin birini kopartıp oradan giriş çıkış yapıyorduk, duvara tırmanıp maskenin içine baktığımızda karşıda 25-30 metre ilerdeki 1- 1,5 metrelik çıkıntı kayanın üstünde (mahallede ki herkes o kayanın üstünde bir şekilde kuş yakalamıştır.) heykel gibi bir kuş duruyor, bembeyaz o kadar beyaz bir kuş olamaz diye geçiriyor insan içinden, biz yaklaşınca kuş yerinden hareketlenmeye başladı korktuk kalkıp gidecek diye, hemen elimizdeki kuşları yere bırakıp, yavaş yavaş sürerek kuşa yaklaşmaya çalıştık, kuş yerdeki kuşları görünce rahatladı, yavruluğun verdiği ürkeklikle biraz yaklaşınca kayadan inerek kuşların yanına geldi ama 1-2 km’lik açık arazide kuşu yakalamanın mümkün olmadığını görünce kuşlarla birlikte demin girdiğimiz duvarın dibine doğru sürmeye başladık, kuşlar önde biz arkada duvara gelince iki taraftan sıkıştırdık, elimi attığım gibi kuş altımda kaldı ama o el atış anında kalbim ne kadar attı, nasıl dayandı bilemiyorum o heyecan anlatılamıyor, kuşun üstüne çuvallandım, kuşu yakaladım ama kuş iki elimle kavrayamıyorum, küçük avucumun içinde maşallah izbandut sanki, kimse görmesin diye hemen fırladık eve, kuşu bantladık, yakaladığımız kuşu bir gün zevkle seyrederdik, hemen kuşun kanadını aldık, ozamanlar iyi kuş yakaladımı kaçırmamak hayvan zaman geçince alışır edasıyla kanadını yolardık, kuşun kanadı gelince de uçurmaya başladık, önceleri havada bir iki adam boyu iki takla ile başladı daha sonra uçtukça oyununu ilerletmeye başladı, kuş uçurduğumuz yere her kuş giremez o küçük bahçeye ağaçların altına kadar sokulup 3-4 takla ile şakül gibi 10-15 metre uzayıp gitmeleri ve yüksek uçması ve havada kalması ile kendini hemen diğer kuşlardan ayırttı, her uçtuğunda o kuşu seyretmek ayrı bir güzeldi, kuş oynayınca duyuldu o sıra rhmetli ayakkabıcı Hasan ağabeynin dükkana her iş çıkışı eve giderken uğrayan deli Avni sahip çıkmaya başladı ben kaybettim diye daha başkaları da, uçan oynuyan kuşun düşmanı da çok oluyor maskede günlerce adamlar beklemiş düşerse kuşu kapmak için daha sonra haberimiz oldu. bizim kuş 10-15 metre oynuyor ama bize göre Ankara’da öyle oynuyan kuş yok, aynı zamanda yakaladığımız kuş sayısınıda hatırlamıyorum, iki ortak olunca yabancı kuş geldiğinde birimiz mahallenin bir köşesine birimiz tepenin üstünde kayalara durup gelen kuşun peşine düşüyorduk, böylece kuşun peşindeki milletle bir o tarafa bir bu tarafa gitmemiş oluyor, düştüğü yerde milletten önce kapma şansımız oluyordu, diğerlerine göre kısmetimiz daha fazlaydı,
O dönemler kuşun özelliklerini bilmiyorduk, (yüksek uçum, havada kalma, altının sağlam olması, taklayı düzgün vurması gibi bunları taa yıllar sonra öğrenecektik, yada daha öğrenmeye halen çalışıyoruz) ama bu kuşta bu özelliklerin pek çoğu vardı, bizi ilgilendiren kuşun uzun oynamasıydı. 10-15 metre mesafe o zamana göre bir minare civarındaydı ve biz kuşların uzunluğunu minare ile ölçerdik, bir minare giden kuş sayısı bizim civarda elle sayılır cinstendi,
Biz kuşu uçurup hava ata duralım, rahmetli ayakkabıcı Hasan abi, (o zamanlar onun dükkandan çıkmazdık, onun kuşlarını beslerdik, o dükkanda yavru alır bir kısmını saimekadın merkezdeki dükkanın arkasında (şimdi park olan alan) orada uçurur diğer kuşları da Esentepede bizim kümeste beslerdik ) biz beyaz takalıyı anlatıp övündükçe Türkiyede üstüne kuş yok diye söylendikçe, kuş her uçtuğunda oynuyor isteyene uçururuz dedikçe o hiç sesini çıkarmaz, tebessüm ederdi, onun çırağıydık ama ona bile arada laf söyler sana da uçar derdik, hiçbir zaman kızmadı, hep yüzünde tebessüm oldu, zaten pek konuşmazdı, onun kuşları havada kendini gösterirdi, bir gün bir beyaz dişi uçurmaya başladı, kuş öyle bir oynuyor ki; en az on –on iki takla beklide daha fazla takla ile saimekadındaki merkez caminin minaresini 5- 6 metre daha geçiyor gidiyor, her uçuşunda 10-12 sefer civarında ezilmeden aynı seferleri yapıyordu, kuşun aldığı mesafe bizim beyaz takalının 2 misli fazla, takla sayısı desen ayrı bir fazlalık, kuş her uçtuğunda tüm kuşçular hatta yoldan geçenler bile oynadığında durup kuşa bakar kuş seferini tamamlayana kadar yürüyüp gitmezlerdi, uzun süre bu kuş seyredildi, (daha sonra bu kuşu beyaz takalı erkeğe vurduk) kuş her uçtuğunda rahmetli ayakkabıcı hasan dükkanında işine devam ederdi, çıkıp seyretmeye bile bakmazdı, ayakkabıcı hasan ağabeynin bu beyaz dişiyi görünce ileriki zamanda yakalama bir kuşla kuruntu yapmakta övünmekte ne kadar yanlış yaptığımızı anladık, belki de o kuş ve hasan ağabeynin hareketi bize örnek oldu, o günden bu yana ( oyunuyan kuşum pek olmasa da) kuşun kuştan üstün olduğunu, olacağını bilmenin düşüncesiyle kimseye karşı ne kuş nede başka sey konusunda üstünlük duygusuna sahip olmadım.
Zaman geldi geçti, bizden evvel gelenlerin bir çoğu göçüp gitti bizde biraz büyüdük sayılır, bir baktık ki, bizim zamanında yaptığımız yakala, getir götür kuşçuluğu ile kuş besleme olayının yeni nesil kuşçularda da devam ettiğini gördük, nesil kuş besleme, secereli kuşlarla yola devam yerine, uçan, kaçan kuşu yakalayıp, yada bir iki kuş satın alma ile bir kuş başlattın mı,(ki oynuyan kuşun, fişek, takla, yüksek uçum, kanadını kullanma, altının sağlam olması gibi oyun özelliklerinin pek farkına varmadan) bizim kuşlardan kralı yok anlayışının devam ettiğini hatta yılların kuşçularına, damızlıkçıları da dahil herkese uçar, bu kuşlardan üstünü yok diye söylentileri duyunca, aklıma bir olay geldi hem de yaşanmış bir olay,
Ülkenin birinde valinin teki çok içermiş, bir gün akşam içki komasına giriyor, korumaları hastaneye kaldırıp sedyeye yatırıyorlar bu ara yanındaki sedyede de bir başka sarhoş sedyede yatıyor, sarhoş sedyede yatan valiyi görünce, kendisi gibi kafası iyi ya kendinden sanıyor, soruyor sen ne iş yaparsın? bizimki sarhoşa, ben valiyim diyor, şarhoş biliyor içen uçar tutamazsın oda tabi içince uçtuğunu sanıp inanmıyor, ulan diyor 2 kadeh içince kendini vali zannediyorsun, demek ki birkaç daha atsaydın kendini reisi cumhur zannedeceksin.
Kuşçularında bazıları yakalama veya alma bir iki kuş oynatımı maazallah benim kuşlarım kral, bunlardan üstünü kimsede yok diye böbürlenir, demek ki; birkaç kuş daha başlatsalar, derneklerde veya başka yerlerde duydukları veya gördükleri onca yılların birikimini taşıyan, besleyen yola devam eden eski ustaları ve kuşlarını tanımaz olurlar.
Hem saygıda hem kusurda.
saygılarımla
 
Balkonda kuşlara bakarken Mustafa, Uğura dönüp yerde aylak aylak dolaşan benim kuşları göstererek Hasan ağabeynin kuşlar nasıl diye soruyor?
Uğur İzmitte çalışıyor, ama dönem dönem Ankara ailesini ziyarete geldiğinde bizi de ziyaret etmeyi ihmal etmiyor, genç yaşına rağmen kuşu tanıma ve yorumlamada kendini bayağı geliştirmiş biri,
Mustafanın lafı üzerine söyle bir bana bakıp kuşların havada gördüğü hareketleri ile yerdeki fiziklerini yorumluyor, benim sessiz sessiz gülümseyerek dinlediğimden cesaret almış olacak ki, yorumunu biraz daha sertleştiriyor,benim kuşların kuşa benzemediğini dolaylıda olsa anlatıyor, Mustafa alacağını almış olacak ki, hemen başlıyor lafa,
Rivayete göre Yavuz Sultan Selim bir yapımı süren bir cami inşaatını ziyaret ediyor, ziyareti esnasında Camii inşaatında birde Yahudi usta çalışmaktadır. Etrafı dolaşırken orada o ustanın yanında kırılmış, parçalanmış çinileri görüyor, o güzelim çinilerin böyle parçalanması, heba olmasını kabullenmez bulduğundan olacak ustayı yanına çağırır, bak der bunları böyle kırıp dökme, bir daha duyar, görürsem karışmam, Usta koca padişah karşısında konuşamıyor sesini çıkarmadan dinliyor, gel zaman git zaman camii inşaatı bitme aşamasına geliyor ama bizim usta gene işini yaparken çinilerin bazılarını parçalıyor, kırıyor bunu gören onu istemeyen veya çekemeyenler, bire bin katarak olayı Yavuz Sultan Selime yansıtıyorlar, Sultan Yavuz daha önce verdiği emiri duymamazlıktan gelen bu adama karşı hiddetleniyor, tiz emir veriyor o çinileri kıran mendeburun parmakları kesile, velhasıl Yahudi ustanın parmakları kesiliyor, o da bu olay karşısında dayanamıyor, hakkını aramak için kadıya gidiyor padişahı şikayet ediyor. Kadı dinliyor, ertesi gün her ikisini de çağırıyor, Yavuz kadının yanına gelip tam oturacakken, kadı işaret ediyor, Yavuz Sultan Selim anlıyor, oturmuyor şikayetçi ustanın yanında ayakta duruyor, kadı her ikisini de tekrar dinliyor ve inşaat sırasında o çinilerin kesilmesi gerektiği konusunda Yahudi ustanın haklı olduğunu, padişahın kusurlu olduğuna karar veriyor, kısasa kısas diyor, bunu duyan usta şaşırıyor, kadının adaletine inanamıyor ama bir taraftan da Koca Cihan Padişahının parmaklarının kesilmesi ne demek, başına geleceklerden korkuyor, ben ne yaptım diyerek Müslüman olup davasından vazgeçiyor, Yavuz Sultan Selimde onun bu hareketi karşısında ailesinin ve kendisinin yaşam boyu geçimliğini sağlıyor.
Yavuz Selim daha sonra kadıya dönüyor, eğer diyor sen, ben haksız olduğum halde padişah diye beni kayırıp, yanına oturturup, birde yanlış karar verseydin belindeki kılıcı göstererek aha bu kılıçla senin kafanı uçuracaktım diyor.
Kadı da yanında duran gürzü gösterip eğer sende ben padişahım deyip kendini kayırmanı isteseydin bu gürzü kafana vuracaktım diye söyleniyor.
İşte diyor Mustafa, Uğura dönüp, sende Hasan ağabeynin balkonundayız diye onun bu kötü kuşlarını övüp, onu kayırsaydın, biraz ilerde duran sopayı göstererek bende bunu senin kafana vuracaktım diyor…
Saygılarımla…
 
her zamanki gibi bir pazar günü Mustafa ile balkonda kuşlara bakıyoruz, bir taksi yanaşıp duruyor bakıyoruz S
Siyami, uzun zamandır sohbet etmemiştik yanımıza geliyor, Mustafa çalışıyormusun diyor ?
evet bu gün tam gün taksideyim ,
tabi biraz sohbetten sonra meşhur soruya geçiyoruz,
bir şeyler yapan var mı ?
yok abi ? sonra gülerek devam ediyor işte daha önce seyrettiğiniz dumanlı var ama uzun zamandır uçurmuyorum, 4-5 saat uçuyor diyor, sanki normal bir uçuş süresi gibi, bizde on dakika havada kalan kuş olmadığını biliyor ya dalga geçiyor.
Mustafa. Siyamiye çok taklılır, bunlarla niye uğraşıyorsun diye soruyor?
Siyami beyazın oyunu, bunun da uçuşu, altının sağlamlığı olan bir yavru almak için uğraşıyorum diyor,
Daha önce uçan kuşun kardeşinin bir iki fişeğini seyrettik iyi gidiyor ama altı zayıf hayvandı,
Siyami. İyi hoşta, bahçeye takla atmadan iniyor, bir türlü altını doldurmadı diyor
Mustafa altı olmayan konan kuşun kardeşlerini alıp ne yapacaksın ? diye takılıyor,
Abi dumanlı fişeği çok iyi mesafe alan bir kuş konuyordu , ama beyazda kardeşiydi o kondumu diye başlıyor, eğer dumanlı gibi fişek yapan, beşyaz gibi de altı sağlam kardeş alırsam bana yeter,
Mustafa, uçurduğun dumanlının oyunda nasıl diyor?
Siyami çok uçuyor seyrek seferli diyor, mesafede alıyor ama oyunda hızlı değil,
O kuşlarla uğraşma diye devam ediyor mustafa halen akıllanmadın konan,havada kalmayan kuşlarla uğraşılmayacağını .
Niye öyle diyorsun abi o kuşların altı olmayanları çıkarır, içlerinde sağlam olanları ile devam ederim diyor,
Mustafa her zaman ki hikayelerine başlıyor,
Ülkenin birinde bir şeyh varmış, yemek vakti geldimi, müridlerini etrafına toplar bir dua okur o an biz kuzu meydana gelir onu pişir yerlermiş, ne zaman yemek zamanı gelse seyh bir dua okurmuş kuzu gelirmiş onlarda bir güzel pişirip yerlermiş, hikaye bu ya bir gün seyhin işi çıkmış, başka sehre gitmiş, öğle olmuş, yemek vakti gelmiş çatmış mürider açıkmış, ne yapalım ne yapalım diye konuşmaya başlamışlar, elde avuçta bir şey yok, o güne kadar hep seyhlerinin kerameti ile yemeklerini yemişler şimdi iş başa düşmüş ama kimse seyhin okuduğu duayı bilmiyor, kendi aralarında konuşmaya başlamışlar,
duayı bilen varmı ?
kimi ben suraşını duydum, kimi ben burasını duydum diye söylenmiş, duayı tam bilen yok, onlarda kiminin duyduğunu, kiminin hatırladığı duayı okumaya karar vermişler, sırasıyla okumuşlar, bir bakmışlar ortaya bir kuzu çıkmış, ama ne kuzu, şaşkınlık içinde baka kalmışlar,
kuzunun ayakları sırtında, kulağı başka , gözü başka yerde, her bir uzvu başka başka yerde
yaa diyor Mustafa, Siyamiye dönerek sende işte böyle işi tam bilmeyince ordan burdan duyduğun kelimelerle yola çıkıyorsun, altı olmayan kuşlardan yavru alarak içinde altı sağlamları bekletecem diyorsun ama
Kuşlarında adamların kuzusuna dönmüş, konan, uçmayan, uçup oynamayan kuşlar alıyorsun, diyor,
Saygılarımla.
 
mehmetin bahçedeyiz birkaç güzel yavru var hem renk hem fizik açısından göze çarpıyor,
şu hangisinin yavrusu diye soruyoruz
ne yapacan sağlam kuşun yavrusu diyor, merak edelim istiyor
onun taktikten gidiyoruz
hangi sağlam diye soruyoruz gülüyor, bize eziyet edecek yavrunun hangisinin olup olmadığını bilmeyelim istiyor
ya hangisinin diye ısrar ediyoruz, ,söylemiyor gülüyor.
Kümeste o kadar kuş var, sürekli yavru alıyor, zaman geçince insan karıştırıyor hangi kuşun yavrusu olduğunu
belki söylese kuşta kusur bulmaya başlayacağız bilmememizin daha iyi olacağını düşünüyor
öyle deyince Mustafanın zamanın birinde anlattığı olay aklıma geliyor.
padişah bir gün erkanını toplamış sefere karar vermiş, ama nereye gideceğini açıklamamış. Sefere çıkacağı yeri bir sır gibi saklıyormuş, orduya hazırlan komutu gitmiş ama vezirler, her kes nereye sefere çıkılacağını bilmediğinden merak içindeymişler,herkes merak içinde ama padişahta temkinli tabi seferin nereye olduğu bilinse çabuk duyulacağı için ajanlar haber götürür düşüncesi ile söylemiyormuş, vezirin biri dayanamamış birgün padişahım demiş, nereye sefere çıkacağımızı söylemedin, padişah sormuş vezirim demiş sır saklayabilirmisin? tabi devletlüm demiş,
padişah o laf üzerine vezirine dönmüş
“iyi o zaman demiş bende sır saklarım,”
Mehmette iyi kuşlar besliyor ya arada sırada bizede rakip oluyor biz yavruları tanırsak o kuşla rest çektiğinde açığını bileceğimizi bildiğinden sır gibi saklıyor
eh iyi kuş besleyenlerin bazılarıda kuşların ayrıntılarını , neyin nesi olduğunu böyle Mehmet gibi millete söylemeden sır gibi besleyenlerdir.
Saygılarımla….
 
Kırıkkaledeyiz, Mustafanın morali bir süredir bozuktu biraz düzelsin ortam değiştirsin diye İlhan davet etmişti. Bizde severek davete icap ettik, biraz hoş sohbetten sonra İlhan bize dönüp yanlış anlaşılmasın kuş başladığından çağırmadım oturup sohbet edelim diye söylerken, Kırıkkalenin eski kuşçularından Sabri ağabeynin hediyesi gök yavrularından (yavruya kusan) bir kuşu kaldırdı. Kuş kümesin hemen yanında inşaatı devam eden 6 katlı bir apartmanın altındaki yere sık aralıklarla gelip gidiyordu, çalışkan bir kuştu tam kupalık diyor İlhan, fazla açılmıyor, çalışıyor bu apartmanı da 40 sefer yapıyorsa 20 sinde üstüne kadar gidiyor, kupaya belki bunu uçurturum diyordu. Bu arada Mustafa kümeste o kadar kuş görünce İlhanı eleştiriyor bu kadar kuşu besleyipte ne yapacaksın, hangisinden verim alacaksın? İlhanda biliyorum ama kuşun kimini atmaca alıyor,kimini hastalık , onun için az kuş iyi değil derken konu uçan kuşa bakılarak, esnek kuş, tok kuş tartışmasına giriyor.
Sen hangisini beslersin diyor İlhan?
Mustafa, esnek ama güçlü hayvanı diyor.
İlhan ise tok kuşu diye söyleniyor,
Mustafa devam ediyor, elbette tok kuşun oyunu güzel olur, güçlü oyun yaptığından esnek kuşa göre daha az sefer yapar ama göze hoş gelen sefer yapar, ancak, bu kuşlardan elini eteğini çektiğinde oyundan çabuk düşerler, tok kuşun ne yapacağını bilemezsin bir gün bir bakarsın 2-3 saat bir gün bakarsın saatini doldurmaz sürekli uğraş ister birde istedikleri an inebilecek özellikte kuşlardır, ama esnek kuş aynı zamanda da güçlü olan bir hayvan öylemidir, dikkat edersen, güçlü oynuyan hayvan diyorum, güçsüz zayıf esnek kuş demiyorum, zaten o özellikteki kuş beslenmez diye tartışa dursunlar
Halil hocada tartışmaya katılıyor
Hani ilhan, Ankara dan bu kadar insanı sohbet için mi çağırdın, arkadaşlar siz kuş seyretmeye mi geldiniz yoksa sohbete mi?
Kimse de ses yok.
korkmayın biriniz söyleyin? diye lafa girişiyor,
İlhan başında Mustafa için çağırdığını söylemişti zaten, Halil hoca sonradan geldiğinden o lafları duymamıştı.
Bu arada, uçan kuş; kısa turlarla çok sık çalışıyor, her geldiğinde kısa fişek tek takla ile oynayıp gidiyordu, İlhanın değişiyle kuş böyle bir kuş değil, ufak bir (20-25 günlük) yavru getiriyor, yavru kuşu esnetti, zayıflattı ondan diye kuşun performansını yorumluyor.
Halil hoca durmuyor, uçan kuşta dahil yerde dolaşan kuşlardan bahisle İlhan bu kuşlardan ne bekliyorsun, bir beklentin mi var diye söyleniyor? İlhanı kızdırmak için,
İlhan her zamanki yüzündeki gülümsemesini eksiltmiyor, başlıyor bir hikayeye
Yoksul bir adamın 3 oğlu varmış, birini zengin biri evlatlık almış götürmüş, biri kendinde kalmış birini de bir akrabası almış götürmüş, zenginin evlatlığı her gününü gün eder, gezer tozar hayatını yaşarken, akrabalarına giden kardeşinin çalışmaktan, yük taşımaktan canı çıkıyormuş, zenginin yanında hayatı kurtulan oğlan kardeşini her gördüğü gün akıl vermeye başlamış “ne akılsız oğlansın, çek git, kaç kurtul buradan o kadar yük taşımaktan, onlar için çalışmaktan canın çıkıyor, ne kadar dayanacaksın?” dedikçe
Kardeşi benim bir beklentim var diye söyleniyormuş,
Günlerce bu böyle sürüp gitmiş,
Kardeşi kaç kurtul dedikçe bizimkisi benim bir beklentim var demeye devam etmiş,
Artık öyle bir duruma gelmiş ki bizim bu oğlanda yürüyecek hal, ayakta duracak takat nede kudret kalmış.
Kardeşi gene kızmış artık sana bir şey söylemeyeceğim, çünkü sen kafayı takmışsın bir beklentim var diye. canın çıkmış eşek cennetine gidiyorsun hala beklentim var diye söyleniyorsun, neymiş bu beklentin hele bir öğreneyim deyince?
Oğlan kardeşine dönmüş, başlamış anlatmaya, yıllar önce bizim babalık evde kızına bağırırken duydum, bir daha dediklerimi yapma, başına buyruk yaşa seni kapıda yatan şu çulsuz, eşşek sıpasına vermezsem ne olayım dediydi demiş.
Oğlanın beklentisi oymuş,
İlhan sonra dönüp kuşlarına bakıyor benimde bir beklentim var diye gülüyor.
Hadi oğlanı anladım bir beklentisi varda, kötü kuşlar besleyerek, uçurarak, yıllarca bir şeyler yapacak diye benim gibi bekleyenlerin ne beklentisi var onu anlamadım.
Saygılarımla
 
Pazar akşama doğru saat beş sıralarında Mustafa, Ertan, Mehmet yanıma gelerek hadi Kırıkkale’ye gidiyoruz, arkadaşlar toplanmışlar diyorlar, evde misafir var gidemiyorum, içim yana yana onları gönderiyorum, gece ikiye doğru telefonum çalıyor, bizimkiler gelmiş kapıda karşılıyorum, hoş sohbet selamdan sonra neler var neler yok diyorum.
Önce selamları alıyorum sonra kötü haberi veriyorlar Ahmet Varışlının iki kümesi de gitmiş
İçim cız ediyor,
nasıl diye öylesine bir soru çıkıyor ağzımdan? inanmak istemiyorum!
(Geçende sitemizde Çankırıdan Şamil ve Kırşehirden Babir Kurt arkadaşımızın aynı olay başına gelmişti.)
Kuş çalanlar belki bundan bir süreliğine maddi bir kazanç sağlıyorlar ama buna ne kadar devam edebilirler? çekirge hesabı bir sıçrar iki sıçrarlar, ya kuşları giden insanlar neler hissediyor, bu sözle anlatılabilir mi? tamamen manevi bir haz alarak beslediğiniz sevdiğiniz ve her gün her birine baktıkça ayrı bir umut taşıdığınız onca seneler evinizde çocuğunuzu, ailenizi, kendinizi bile ihmal ettiğiniz bir emeğin ürününü olan kuşların bir sabah kalktığınızda yerinde yelleri estiğini gördüğünüzde neler hissettiğinizi sözlere dökebilirmisiniz? insanın umutlarını yok ediliyor bundan daha kötü bir şey olabilir mi?
Bu yaz, Varışlının orada güzel bir bozdumanlı (Kırıkkale deyimi ile boz kuş) yavru seyretmiştik, fişek tertibi, yere alçak kalışı bir ip gibi gidişi ayrı bir güzeldi, uzun süre gelen giden seyretti bu kuşu, demek ki; bir yerde kuş uçsa, güzel kuş beslense göze batıyor, hedef oluyor yada herkesin bir sırası var,şans talihin kime konacağı pek belli olmuyor. Bir kuştan verim alabilmek için harcanan emek ve zamanı düşününce insan onca giden kuşa insan ne diyeceğini bilemiyor, başkalarının başına gelenler karşısında insanın üzülmesi de bir çare olmuyor, bu olaylara asgari düzeye indirebilmek için herkesin birlik olması, çalıntı kuş satın alınmaması çok önemli, bugün Varışlıya yarın bir başkamıza, bu güzel sevdayı ve onca yıllık birikimin ürünleri, ne emeklerle sabırlarla çoğaltılan güzelim kuşlar kendini bilmez kişiler tarafından bir gecede alınıp gitmesi, ve piyasada dolanan kötü kuşlara karıştırılarak iyi nesillerin yok olması kuşçuluk dünyası içinde bir zarar..
Bir düşünüyorum da, dünden farklı olarak ne var? gene çalma çırpma, çaldırtma, gene kuşu yakalayıp vermeme, dost çayı içip dost kazığı atma. çok az kuşçu arkadaşımızın kendini geliştirdiği, okuyup yazdığını, çevreyle ilişkilerde hoş görülü ve seviyeli paylaşımcı olduğunu gene büyük bir çoğunluğunda ise halen eski kuşçuluk anlayışına devam ettiğini görüyorum.
Bizim karşı mahallede oturan ve zamanında çok kişinin canını yakmış bir kuşçu arkadaşımız, bu işlerden elini eteğini çektikten ve kendi halinde kuş beslemeye başladıktan sonra bu yaz kendi kümesi de gidince arkadaşlar sormuşlar, nasıl oluyor, neler hissediyormuş insan anladın mı?
-Çok iyi anladım, çok kötü bir duygu demiş. insan kümesi boş görünce bir hoş oluyor.
Kuşçuluğun bu imajını kötüleyenler, çevresine zarar verenler engellenemez mi? olabilir bu konularda derneklerde ve çeşitli alanlarda insanların tartıştıkları ve öneriler sürdüklerini biliyorum, bu ilerisi için güzel bir olay gene de bir şeyler yapılsa en azından eskisi kadar rahat hareket edemezler, bu tür insanlarla daha az muhatap olunursa, hangi şehirde yada semtte bir kuş çalınsa o bölgede bu tür işleri yapanlar ifşa edilse, insanlar bunları gerekli yerlere bildirse, bu kuşların resimlere internette açılan bir sayfaya konup, ihalelerde, derneklerde imkanlar ölçüsünde yayınlanırsa, kuş satanlardan belgeler istenilse belki daha az insanın canı yanacaktır.
Kuşçuların bu konuda daha duyarlı olacağına inancı ile;
Ülkenin birinde halk vergilerden inim inim ağlıyor, yiyecek ekmeğe muhtaç bir şekilde yaşarken aynı zamanda sesi soluğu da çıkmıyor, bir taraftan devletinde savaşlar ve diğer harcamalar yüzünden para bulması gerekiyor, nerede bulunacak, her zamanki gibi gene kaçamayan yerinde bulunan köylü akla geliyor, ama diyorlar savaş vs gibi nedenlerle yıllardır zaten vergileri artırdık, neleri var yok ellerinden aldık, vergi vermeyi bırak yiyecek içecek lokmaları bile yok, daha nasıl toplayabiliriz ki, eğer yeni vergi koyarsak hep birlikte karşı çıkmazlar mı diye düşüne dururlarken, birinin aklına bir fikir gelmiş “buldum” demiş, “tavuk satanlardan, adı ibiş olanlardan, kılıbıklardan, birde kel olanlardan vergi alalım, böylece hem milletin çoğu adı ibiş olmadığı için ben vergi ödemiyorum diye bir şey demiyecek, saçı olanlar beni ilgilendirmiyor diyecek, çoğu kişide tavuk satmadığı için, herkeste karısından korktuğunu söyleyemeceği için sorun etmeyecek” demiş, akla yatmış, kabul görmüş bu fikir,
günlerin birinde köylünün biri evindeki yiyecek, içecek bitince evin ihtiyaçlarını karşılamak için elinde kalan son dört tavuğunu pazara getirmiş.
Pazarda elinde tavuk gören vergiciler hemen adamın yanına koşmuşlar, çaktırmadan müşteri gibi davranmışlar.
“ hemşerim tavukları satıyormusun?”
adam müşteri bulmanın sevinci ile “evet” deyince , bizim vergiciler hemen sarılmışlar adama ver bakalım bir tavuk, adam hemşerim ne yapıyorsunuz diye tavuğu vermemek için didişirken başındaki kavuk düşmez mi, keli gözükmüş o vakit, vergiciler adamın kel olduğunu görünce ellerini ovuşturmuşlar “ vay sen birde kelsin ha” demişler ver bakalım bir tavuk daha, elindeki iki tavuğu kaptıran köylü, ne yapacağını şaşırmış evde karısına ne diyeceğini düşünürken, “vay bahtsız İbiş ben şimdi karıma ne diyeceğim” diye ellerini dizine vurup dövününce, vergiciler gözleri faltaşı gibi açılmış “adın ibiş, hem de karından korkuyorsun ha” demişler, tavuğun birini ibiş olduğu için öbürünü de karısından korktuğu için adamın elinden almışlar, bizimki sessiz sedasız içi ağlaya ağlaya eli boş köyünün yolunu tutmuş,
çoğu kuşçu arkadaşımızın başına gelende ibişten farklı değil, bu tür insanlara karşı birlik olunmadıkça, onca emekle beslediğimiz, herkesten her gözden sakındığımız kuşlar bir sabah bakarsınız ki yerinde yeller esiyor, ne kadar uğraşırsan uğraş bir daha giden gelmez, bulamazsın, tavuğunu saklayan kurtarır hesabı, kimi adı ibiş olmadığı için, kimi kendi kümesi gitmediği, kimi aynı şehirde yaşamadığı için bir şey hissetmezse, bu tür insanlarla muhatap olur, alış veriş yaparsa çok kümes gider,
bu gün Kırıkkale- Bahşılı’dan Ahmet Varışlı olur, Çankırıdan Şamil Çöpten, Kırşehirden Babir Kurt olur, yarin başka biri fark etmez daha çok canımız yanar.
saygılarımla,
 
]

Selam alyküm değerli abim çok güzel beğendim anlayan sivrisinek saz anlamayana davul zurna az işin ras gele
 
Soğukların yeni yeni başladığı bu günlerin tersine, kuşların kümesinin bulunduğu balkon vari yerde Ağustosun sıcağında saçağın altında uzanmış kuşları seyrediyorum, dalmış olacağım ki; bir arabanın duvarın dibindeki kaldırımın yanında durması ve Hasan abi evde mi? sesiyle kendime geldim, balkondan baktığımda Mustafa ve Ertan kaldırımda duruyordu, bizimkiler yoldan bir–iki metre yukarıda olan kuşların olduğu balkon demirinden tuttuğu gibi zıplayıp balkona çıktılar, hep oradan çıktıklarından alışıklar, Mustafa, Kırıkkale Yahşihandan kendi deyimi ile oyun kuşunun merkezinden, Ankara’da çalıştığı için kuşların bir kısmı bende bir kısmı Mehmet’te, Bendeki kuşlarından birinin yavrusu yeni yeni tıkırdamaya başladı, tam perdah almadı, havada da kalamıyor ama o kadar boşa yem yiyen kargaları görünce kümeste bir kuş takla attımı insan ona bile seviniyor, o gün sabah kuşları bir güzel doyurup akşama doğru kaldırırım diye düşünmüştüm ama Mustafa’gil öğlen sıcağına doğru gelip başka yerede gidebilirler düşüncesi ile karnı tok kuşu Mustafa kaldırma dese de bir hafta daha gelemeyeceğinden merak etmesin kuşun son halini görsün diye Ağustosun o öğle sıcağında kaldırdım, kuş sıcakta uçunca her fışkırdığında ağzından sularda dökülmeye başladı, bir süre sonrada sapıttı sağa sola fışkırıp, tepenin üstünde gözükmeden kaybolup gitti, o saatte hem sıcak hava hem de karnı tok kuşu uçurarak bizde her zamanki gibi seyisliğimizi göstermiş olduk.
Bir süre bekleyip kuş gelmeyince kesin düştü dedik, açık uçan bir kuş on dakikadan fazla gözükmüyorsa büyük ihtimal bir yere düşmüştür.
Ertana dönüp bir iki taklada böyle, demek ki, bir şeyler yapacak olsa Ankara’yı terk edecek diyorum.
Ertan benim kadar rahat değil o sıcakta bir saat seyrettiği kuşun kaybolması karşısında abi ne kadar rahatsınız ya, kuş kayboldu siz rahat rahat oturuyorsunuz diyor?-
Gülüyorum, şaka vari Ertan diyorum kuş benim değil Mustafanın, bak benim sevdiğim yavrulardan biri kaybolacaktı, kuştan önce orada olurdum, (aslında olmam, kuş peşine gitmem, nitekim her sene onlarca yeni yeni başlattığım kuşları kaybederim, bir türlü elimdeki kuşların neticelerini göremem) yakalamazlarsa, gelir nere gidecek diyorum?
Mustafa , Ertana dönüp uçan dumanlı akkuyruk sendeki kör dumanlının kardeşi diyor,
Ertan yeni yeni bir şeyler yapmaya çalışan uçan yavruyu beğendiği belliydi kendi kümesindeki baba bir kardeşi için sevindiğini gözlerinden anlıyorum.
Bizim evin arkasındaki bahçenin hemen yanında kuş uçuran Mehmetin bahçeye gidiyoruz, Mehmet Ankara dışında anahtar bende, Mustafa dumanlı yavrunun tekini kaldırıyor, hayvan daha kuşa dayanamıyor o yüzden kapı kapalı ama bu sırada kümesin kapısının üstündeki ızgaralardan bir yavru dışarı çıkıyor, yavru ürkmesin diye kümesin kapıyı açınca içerden iki tane daha dumanlı perçem yavru çıkıyor. Kuş güzelleri,
Mustafa, Ertana dönüp Bunlarda sendeki, kör dumanlının kardeşleri diyor.
Ertanda ki, kör dumanlı erkek 2 yaşından büyük, Mustafadan gitme bizdeki kuşların kardeşi, neye vurdu, yavruları bir şey yapıyor mu? yapmıyor mu, yeterli verim aldı mı arada bir gittiğimden bilemiyorum, Ertanın bakışına bakılırsa aldığı yavrularla buradaki yavrular çok farklı,
Ertan, Mustafaya dönüp, iyide Mustafa bunlar niye bendeki köre benzemiyor diye söyleniyor? (gerek fizik, gerek oyun yönünden bu kuşlara benzetemiyor olsa gerek)
Mustafa gülüyor.
Hoca rahmetullah efendi , yanında bir komşusu ile yolda yürüyormuş, Komşusu birazda muziplik olsun diye yolda oraya buraya doğru giden insanları göstererek hoca efendi görüyormusun? onca insan kimi bu tarafa, kimi şu tarafa, kimi öbür tarafa doğru gidiyor. Dikkat ettiysen hiç biri aynı yöne gitmiyor, her birinin yönü ayrı ayrı, aynı yöne gitseler ne olurdu diye sorunca?
Hoca rahmetullah gülerek,
Eeee herkes aynı yöne gitseydi o zaman dünyanın dengesi bozulurdu demiş.
Mustafa da devam ediyor, bunlarda sendeki kuşlara benzeseydi o zaman buradakilerin de dengesi bozulurdu Ertan diyor..
Saygılarımla…
 
Sene başında bir kümes kuşa bakarak seviniyordum, her bir kuşun altından alacağım yavruların analarından atalarından daha iyi oynayacağı umudu taşıyordum, eh umudu taşımak yetmiyor tabi çalışmakta gerekiyor, bende aldığım yavrular sade yem yiyip yan gelip yattmasın diye vakit buldukça ki (yüzde doksan dokuzu işe giderken kahvaltı yapmadan iş yerinde bir simit ile idare etmişimdir.) hastalık halleri dışında sabahın erken saatinde uçurmaya başladım, o kısa sürede içinde antreman verdiğim kuşları başaltırsam,artık mesai satleri içinde uçuramayacaktım hafta sonlarına kalacaktı ama olsun kalsın tek başlasınlarda diye düşünerek kuşların bir an önce kendilerini göstermelerini umuduyla çabalayıp durdum, kışın bile yavru alırım, bu yazıyı yazdığım sıralarda bile milletin dişileri erkekleri ayrıyken benim kümesimde yavrular var, Mart ayı başından Mayıs sonuna kadar uçurduğum kuşları sık takla eskilerin deyimi ile sersemlikten kurtaramadım, taklaya başlayan kuş bir hafta sonra sersem, takladan uçamıyor, bu tür kuşların ilacını biliyorum uçurmayıp dinlendireceksin, kuş bir süre sonra kendiliğinden uçuyor ama bende sabır son safasında bir an önce bir şeyler yapan kuş seyretmek istiyorum, kümesimdeki kuşlar dan emin olmakda cabası, neye hizmet ediyorum, hizmet ettiğim kuşlar değermi diyede karar verecem, her sık taklaya giren kuşu kaybettim, çoğu kişi belki inanmaz bir ikisi 2-3 ay önüne önüne vura vura uçtu, hele kuşun biri vardı arap aynalı iki ay sersem gibi uçup durdu, bir akşam bir oyunlar çıkardı ağzım açık kaldı öyle uzun mesafeler değil sesli soluklu , 5-6 takla bir direk civarında adam gibi sefer yapınca şaşırdım hah dedim kuş sonunda kendini gösterdi, iki ay sabrettirdiğine değdi, kuşçunun kuşu başlarda akşam uyku uyuyabilirmi türlü rüylarla sabahı zor etim, sabah daha iyi oyunlar bekleyerek kimse yokken kaldırdım, millete süprüz yapacaktım kendimce, kuş benim düşündüğümü oda düşünmüş olacak ki; bana inat iki aydır yaptığı gibi uçarken önüne önüne düz takla ya devam ama öyle böyle değil, on metre gidiyor hop gevrek gevrek takla, on metre gidiyor hop takla , akşam düşürmek için dua ettiğim kuşu sabahta eve inmesin diye sopayla kovalıyorum. Allahtan sık taklaya giren yavrulardan 2 si 3 ü kayboldu kalanlarıda yazın ortalarında göndererek baharı atlattım, Mmayıs ayına doğru aldığım yavrular tam taklaya başladı bu seferde sıcaklar ve verdiğim karışık yemden mi ne olacak hop tüy girmesinlermi, bir kısmını inadına uçurmaya devam , bir iki gözüme kestirdiğimi kanadını makas, tüyden çıkmasını beklerken, bir iki takla aşan yavruda evi barkı terkedip toki bloklarını yer edip akşama gelip sabah gitmeye başlayınca onlarada de yol vermek zorunda kaldım, allahtan elimde 4 aydır takla aşmayan bir dişi kaldı onu çoktan göndercem de Mehmet abi yapma diyor yavruları kovalayacak kuş lazım bırak oyun açmadığı daha iyi kuşun oyun açmadığına sevinsemmi, yoksa gene bir damızlık daha oldu üzülsemmi bilmiyorum, tek bildiğim eğer kuş dört beş ay takla aşmıyor vesizde bu kuş oynuyacak diye durmadan uçuruyorsanız, sizde peygabber sabırı var ve evliya gibi insansınızdır, başka bir şey demeye dilim varmıyor. Ha geç oyun açarsa güzel olur diyorsanız eh onuda yazın kanadını makasladıklarım Kasım ayı ortalarında kanatları gelipte uçurduğumda kaybedince, keske erken oyun açsaydılarda o zaman kaybolsalardı 9 ay bekletmeselerdi diye sinir oluşumumamı , yoksa kuşçuluktan soğuttuklarına mı yanayım bilemiyorum.
Sene başı um utla başladık sene sonu rahmetli amcamın veresiye defteri gibi sıfıra sıfır elde var sıfır,
Allahtan kümeste yeni yeni yavrular var, sene başındaki kuşlardan eser yok, koca sene sıfır çeneyle geçen bir zaman , gelen gidene sorana, şunun nesli şöyle bunun nesli böyle ile geçen biz ömür, gene kümeste eski damızlıklar ve yeni yavrular,
Bir arkadaş kümese bakıyor, yavruları görünce maşallah diyor bayağı yavru var, işin iş baharın yaşadın desene
Gülüyorum,
Mustafanın anlattığı bir olay aklıma geliyor, Rahmetli Osman bölükbaşı İstanbulda miting yapıyor insanlar okadar kalabalık ki; yer gök insan kaynıyor, mahşerii bir kalabalık, mitingi düzenleyenlerin yüzü gülüyor, mutluluktan uçuyorlar,
Yanındaki yardımcısı gülerek Osman Bölükbaşına söylüyor “bu işi götürdük”
Osman Bölükbaşı deneyimli insan gülümsüyor.
Yanındakinin kulağına eğiliyor,
“Bu kalabalığın tanesi varda sapı yok” diyor
Eh bizde her bahar umutlanıp, kışın kendimizie geliyoruz.
Millet ne derse desin bakıyorumda herkesin kümesinde olduğu gibi benimkinden de yavru, eke kuş yani “tane” çokta,
Adam gibi bir şeyler yapacak kuş yani “sap “yok.
Saygılarımla ….
 
ankarada bir arkadaş var bazıları bilirler
kuşu uçurdum sefere geldi vurdukca gidiyor vurdukca gidiyor o sırada bir uçak var havada
kuş oynayarak oraya kadar gitti bir saat sonra bir subay geldi eve havacı
senin kuşu uçaktan seyrettim bana satarmısın kuşu.
bu hikayeyi bazı arkadaşlarda dinlemiş olabilirler o bakımdan isim vermiyorum anlatanın
 
Bir kuç uçurdum
birgün bir albay geldi kuşu seyretmeye
kuş sefere geldi 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-
albay sandalyada oturuyordu başladı taklaları saymaya
boynu eğilmiş kuş hala vurup gidiyor derken albay küt düştü yere sırt üstü
kolundan tutup kaldırmaya çalıştım dur dedi dur recep bırak biraz daha seyredeyim


Kuşlarım çalındı birgün uçağa bindim istanbula gidiyorum
pencereden uçan kuşları gördüm birde baktım benim çalınan kuşlar
istanbuldan gelince gittim kuşlarımı aldım.
iyiyki uçakla gitmişim istanbula


bu iki hikayeyi anlatanda aynı kişi tanıyanlar vardır ankaradan
 
Aralık Ayının ilk hafta sonu erkenden kuşları çıkardım, sabah sessizliğinde, yolda dolaşan kumrular ile işe giden birkaç kişi hariç kimse yok, bende hazır kimse kuş uçurmazken, (mahallemizde kuşçular birbirine çok yakın, nerdeyse 100 mt lik bir alanda her 3-4 ev mesafe arayla olmak üzere 7 kuşçu var) yavruları kaldırayım da alışsınlar diye düşündüm, 4-5 tane yeni yavru var 2 aylık civarında yaklaşık on gündür çatıya kaldırıp indiriyordum ki etrafı tanısınlar. bir süredir çatıya kaldırdığımdan yeterince alışmışlardır diye elime poşeti aldığım gibi çatıya sallıyorum, yavrular yanında takla aşmayan bir yavru ekesi ile birlikte çatıdan çil yavrusu gibi kalkıyorlar, evin etrafı tellerle kaplı kuşlar tellerin arasında akrobasi hareketleri yaparak dağılıyorlar, panikleyen yavruları toplamak için çatıya bir iki kuş kaldırıyorum, yavruların üçü iniyor ikisi kayıp, arap yavru ile gök akkuyruk yavrular gözükmüyorlar, bir ara gök akkuyruk yavrunun tepenin altlarında uçtuğunu gördüm, tüh dedim oradan çıkamazda daha ilk uçuşunda tepenin altına düşen yavrunun çıkıp gelmesi çok zor, tepenin altında teraslarda kuş besleyenler var, (yavruların aniden başlayan boşluk yüzünden, tepenin altına doğru gittiklerinde, kalktığı yer gözükmediğinden panikleyip kayboluyorlar arada sırada da olsa tepenin altına gidip kaybolan yavruların geldiği de olmuyor değil) o yavrudan umudu kesiyorum, hazır sessizlik varken uzun zaman önce karşıda binayı yer edip son bir aydır binayı unutup evden başka yere düşmeyen kirli dişiyi kaldırıyorum, bir iki takla ile ancak 2-3 metre kaçıp birde saatini doldurduktan sonra oda kaybolup gidiyor tabi gene aynı binaya. bu arada tüyden yeni çıkmış ve kanadını dizmiş dumanlı erkek var antreman verdirmek için kaldırıyorum, oda öğlene doğru yarım saat uçtuktan sonra aynı binayı kendine hedef alıp gidiyor, ona pırıltı vereyim derken yerden makastan yeni kanadı gelmiş dişisi kalkıyor, yatıklığın verdiği hamlıktan dolayı oda tepeden aşağıya gidiyor, kayıp sayısı 5, anlaşıldı diyorum hafta sonu stres atalım derken tam tersine strese gireceğiz, bir süre sonra arap yavru nerden çıktıysa eve doğru geliyor onca kuş göstermeme rağmen eve inmeyip sanki yabancı kuş gibi 100 mt ilerdeki gecekonduların içinde ki o binaya konuyor, yeter artık diyorum, o sırada gök akkuyruk yavruda aşağıdan gelip, gösterdiğim kuşlara bakmayıp yukarı da Hakan’gilin evin çatısına konuyor, Hakan işaret ediyor, benim diyorum, bir iki dakika sonra elinde kuşla geliyor, eve giriyorum hiç olmazsa tv seyredeyim dışarıda durdukça kuş kaybedeceğim diye düşünüyorum, ancak bir iki dakika dayanabiliyorum kuşlara çıkıp baktığımda arap yavru çatıda duruyor, 2 yavru gelmiş, 3 eke yok ki; ikisinin yavruları çıkmak üzere, tepenin altına giden dumanlı perçem dişi hiç ortalıkta gözükmüyor, dumanlı erkekle, kirli dişi binadan sırayla kalkıp eve uğrayıp bir selam verdikten sonra sanki kırk yıllık binanın kuşu gibi etrafında uçup, dolanıp binaya inmesi yok mu? insan uzaktan başkasının kuşunu seyreder gibi oluyor. Ne yapacağını bilemiyorsun.
Moralim acayip bozuk, bekle hafta sonu gelsin kuşlarla ilgileneyim diye can atayım onlar kalkınca çekip gitsinler. Mahalleye bakıyorum diğer kuşçu arkadaşlarda benimle birlikte kuş uçuruyor, bir süre sonra herkesin ki uçup evine iniyor, işine gücüne gezmesine gidiyor, mahalleli alıştı benim uçurduğum hiçbir kuşun eve düşmemesine, onlar benim uçan kuşların eve düşüp düşmeyeceği konusunda değil de kaç günde düşeceği konusunda iddiaya girişmekle meşguller.
Bu moral bozukluğu ile Mustafa’ya söyleniyorum.
“ Yok arkadaş, bu tok kuşlardan bıktım, esnek evine düşen kuş besleyeceğim, nedir ya! her uçan gidiyor, ben uçurup takla aşırdığım hiçbir kuşun eve düştüğünü görmedim, 3 gün dışarıda ondan sonra gel, bir tane bile eve düşemez mi, o kadar kötümü bu yer, bunlar gelse de beslemeyeceğim ?” deyince Mustafa başlıyor,
Kastamonu’dayken Okulda çıkan yemeklerden herkes şikayetçiymiş, bir gün, iki gün, üç gün derken şikayetler kesilmeyince Müdür aşçıları toplamış bakın herkes yemekten şikayetçi uzun zamandır da bu çözülmüyor, kendinize çeki düzen verin yemekleri düzeltin karışmam deyince. Aşçı başı ortaya çıkmış,Müdürüm bir yerde sorun varsa orada sorunun başından kurtulmak lazım demiş, Mustafa, nitekim baktık birkaç gün sonra aşçı başını işten çıkardılar ben aşçı oldum ondan sonra hiç kimse yemeklerden şikayet etmedi, yemeğin suyunu, tuzunu, yağını tam koyar düzgün pişirirsen sorun ortadan kalkar sende kuşları sürekli yemler, sıcak, soğuk, aç, tok, yerli yersiz uçurursan onlarda eve inmez diyor.
Ne diyeyim! benim seyisliğimin eleştirilecek tarafı çok ta, bıraktım onların eve inmesini, evin sağında solundaki evler dururken yüz, iki yüz metre ötesindeki binalara düşüp 2- 3 gün sonra gelen bu kuşların hiç mi kabahati yok?
saygılarımla.
 
Kuşçulara dışardan bakanlar ne uyanık insanlar diye düşünür en azından % 90 ını hakkında böyle düşünce mevcuttur. Bu camianın içinde amatör bir ruhla halen kuş beslediğim halde bu düşünce bende de mevcut, dışı seni içi beni yakar misali yeni kuşçuluğa başlangıçta bu uyanıklığın pek olmadığı, insanın içinde temiz saf bir yön olduğu kesindir. Yeni başlayanların gerek arkadaşlık gerekse çevre ortamının iyi olmaması sonucu ilk başta kızdıkları davranışları bir süre sonra kendilerinin de inanarak savunduklarını görürsünüz. Kendilerine yapılanı çabuk unutup, hatta ustalarını geçip ne bela olduklarını canı yanan çok kişi bilir. kentleşmeyle birlikte kuş besleme alanları daralıyor, kuşçular azalıyor diye bir taraftan üzülürken, bir taraftan da yeni yetişen bu kuşçuların işi çabuk kapıp kuşlarınızı kaptıklarınızı görünce bazen eskiyi aradığınız bile oluyor, ama gene de bu kadar olumsuzluk içinde halen saf kalabilmiş birkaç kuşçu tanırım, bu saflardan biri de bizim mahallede. Her söylenene inanan bir yapısı olup yediği kazıklardan ders çıkarmayı bilmeyen biri. Onca yıllık kuşçuluğunda ki; aldığı kuş (kazık yediği) sayısını hatırlamıyorum. (Her aldığı kuşu besleyeceğinden değil tamamen güvercin sevdasından, o hayvanlara karşı aşırı beğenisinden kaynaklanan bir olay) parayla aldığı ve iyi olduğunu hatırladığı kuş sayısı, toplam bir elin beş parmağını geçmez, eskiden canı sıkılır her hafta sonları kuş pazarlarına giderdi, bizim mahalleli onu bildiğinden ihalelerde satılan kuşlardan çok ona dikkat ederlerdi, deyim yerindeyse dizlerinin dibinden ayırmazlardı. aman abi gözünü seveyim kuş alma. o tamam der ne eder ne yapar onları bir şekilde atlatır, sağda solda dolaşır bazen bir bazen iki kuş alır onların yanına gelirdi.
Nasıl kuş almasın, ondaki kuşlar bir çatı direği zor giderken, millet 3 direkten, bir minareden az gitmeyen kuşları satmaya getiriyor, pazarda satıyorlardı, demek ki evlerinde daha iyi kuşlar vardı, yada ikinci ihtimal piyasada oldukça saf vardı. Bugün bile onun adam gibi bir direk giden bir saat havada kalan kuşu bulunca başımın tacı yapacak olduğunu düşününce, o günler içinde bir minare giden kuşu almamak gibi bir saflık göstereceğine inanmak olmazdı. oda, o kuşları kaçırmıyor alıyordu, eve getirip uçurduğumda gerçekten kuşların iki üç direk gittiğini görünce söyleyecek laf bulamıyordu, aslında satıcı doğru söylüyordu “bu kuş üç direkten az gidiyorsa bilmem ne olayım!...”ne diyeyim doğru söylüyorlardı kuşu bir kovalıyordu, kuş uçup onların evin karşısındaki direğe konuyor bir direk, oradan kaldırıyorsun ilerdeki ana direğe konuyor iki direk, oradan kaldırıyorsun tepenin ucundaki direğe konuyor üç direk, demek ki; gerçekten üç direk gidiyor daha sonrasını göremiyorsun, yada görmek istemiyorsun o kovalıyor, takla aşmayan kut kuşu kovalayarak kurtuluyor, bu kurtuluş bir hafta sonraki pazarı kadar sürüyor, Pazar gene canın sıkılıyor belki kaybettiklerini bulurum belki iyi kuş gelir düşüncesi ile gene Pazara, gene iyi kuşçular bu sefer o kuşçulara yanaşmıyorsun ama başka kuşçular var hem de öyle bir anlatımlar ve şahitleri var ki, yok ya kocaman adamlar bir kuş için yalan söylemez diye gene 2-3 direk giden kuşları alıp, 2-3 direk kovaladıktan sonra ondan kurtulup, kim yakaladıysa hayrını görsün diye sevinciyle öbür hafta sonunu beklerdi, evde kuş mu yok, var, ama insan aç gözlü hep iyiyi arıyor , evdekini beğenmiyor, piyasada yakalama olur adam görmez, yada seyislik iyi değildir kuşu ezmiş, yıldırmış olabilir iyi kuş bulurum düşüncesi hiç akıldan çıkmıyor.
Bir düşündüm ki; bu gün bile piyasada onun gibi onlarca saf varmış, etrafına bir bakmak yetiyor. Biraz eskiyi düşününce rahmetli amcamın bir tanıdığımıza yaptıklarını geldi.
Bizim yakın köylü saf bir genç varmış, Ankara’nın eski zamanları yıl 1960-70 li yılları, bu oğlan askerden gelmiş, işsiz güçsüz mahallede dolaşıyor, zaman zamanda bakkalda amcamla oturup zaman geçiriyormuş, amcamda mahallemizin bakkalı 50 sene yaptı, 80 yaşında bile hiç erinmez çocukların bir sakızı için kalkar getirirdi, şimdi bizim çocukların bir bardak suyu bile rica minnet getirdiğimiz düşünüyorum da, Bu garip birazda aklı başının üstünde oğlan mahallenin tek esnafı olan amcamı görüp, mahallede de başka iş olanağı olmadığını görünce bir gün yanaşıp amcama, Ya Musa dayı, Nasıl sermaye yapacağım, ne iş yapacağımı bilmiyorum sen ne dersin deyince?, amcam bu saf aklı bir karış oğlanı tanıdığından olacak muzipliği tutuyor. başlamış akıl vermeye,
Kolayı var sermaye yapmanın niye düşünüyorsun ki?
bizim garip, öylemi Musa dayı nasıl diye sevinmiş?
Karşıda Mınnonun bahçeyi görüyormusun? (Mınno lakaplı Hüseyin dayı,ağabeylerim ve benim kivram)
Oğlan evet demiş,
Hah işte o bahçeye tuz ekecen.
İyide Mınno bir şey demez mi?
Nereden bilecek, o bahçeyi belledi sen akşamdan tuzlamaya başlarsın, sabahta hasadını alırsın, tuz çabuk yetişir sende götürür satarsın, Kimseye de senin ektiğini söylemezsin demiş?
Bizimki amcamdan parasıyla bir çuval tuz alır, gece vakti Mınno kivramın bahçesini bir güzel tuzlar, sabah erken işe gitmek için kalkan Mınno Hüseyin bir bakar ki; yaz başlangıcında bahçeye kar yağmış, bir an şaşırır, Allah allah der bu mevsimde ne karı, gider eliyle kontrol eder, elini atar atmaz bahçenin üstünü kar gibi kaplayan beyazın tuz olduğunu görür, koca bahçe mahfolmuştur. Feryat figan bağırmaya tabi bildiği ve bilmediği küfürleri de mahalleliye saymaya başlar, biz alışığız gecekonduda herzaman böyle sesle duymaya.
Bizim garip, bakar ektiği bahçenin başında Mınno nefesinin çıktığı kadar mahalleliye sayıyor sessizden oradan uzaklaşır, velhasıl sabah hasatı kaldıramayarak sermayeden olur.
E böyle risklerde vardır yatırımda…
Amcamda bahçenin karşısındaki bakkal dükkanın kapısından olayı seyredip hinliğinin tadını çıkarır, aynı size kötü kuşu kazıklayarak , sen giderken arkandan gülenler gibi.

Bizim bu garip akıllanmaz, bir gün issiz kalıp uzun sürede iş bulamayınca gene akıl danışmaya amcama gelir,
Musa dayı iş nereden bulacağım , kimse iş var demiyor der?
Rahmetli amcam ne düşünüyorsun der? o işinde kolayı var, Sabırgili biliyorsun, mahallemizde her kes gibi gecekondu da oturan komşumuz.
He der ,
hah işte benden duymuş olmada onların yoğurt fabrikası var, git onlardan seni işe almalarını iste, ama uyanık ol, bizim yoğurt fabrikamız yok diye inkar ederler sakın inanma ısrar et seni işe alırlar , benimde söylediğimi sakın söyleme der?
Bizim garipte hiç söylermiyim deyip doğru sabır teyzegile koşar,
Sabır teyzegil önce anlamazlar ne olduğunu, bizimki beni işe alın diye ısrar ettikçe onlar biz seni nasıl işe alalım, tanıdığımız, bildiğimiz yer yok demişler,
sizin Yoğurt fabrikanız var ya , işte beni oraya alın,
Ne fabrikası diye şaşırmışlar,
Bizimki kaçın kurası yer mi.
Boşa saklamayın sizin yoğurt fabrikası olduğunu biliyorum,
Sabır teyzegil bizim safa, yoğurt fabrikalarının olmadığını ikna etmek için yemin billah ede dursunlar,
Bizimki beni işe alında alın ısrarında.
Olmayan yoğurt fabrikalarına almışlar mı almamışlar mı bilmiyorum ama
saflık parayla değil, en güzel en temiz duygular insanlara inanmak,
bizim kuşçuda bugün gene ihalelere gitsin, hiç ihtiyacı olmadığı halde ona 3-4 direk giden kuşları, onca naz ve minnet sonucu satmaya kalkan çok kuşçu bulur.
Saygılarımla…
 
hkaplan' Alıntı:
Kuşçulara dışardan bakanlar ne uyanık insanlar diye düşünür en azından % 90 ını hakkında böyle düşünce mevcuttur. Bu camianın içinde amatör bir ruhla halen kuş beslediğim halde bu düşünce bende de mevcut, dışı seni içi beni yakar misali yeni kuşçuluğa başlangıçta bu uyanıklığın pek olmadığı, insanın içinde temiz saf bir yön olduğu kesindir. Yeni başlayanların gerek arkadaşlık gerekse çevre ortamının iyi olmaması sonucu ilk başta kızdıkları davranışları bir süre sonra kendilerinin de inanarak savunduklarını görürsünüz. Kendilerine yapılanı çabuk unutup, hatta ustalarını geçip ne bela olduklarını canı yanan çok kişi bilir. kentleşmeyle birlikte kuş besleme alanları daralıyor, kuşçular azalıyor diye bir taraftan üzülürken, bir taraftan da yeni yetişen bu kuşçuların işi çabuk kapıp kuşlarınızı kaptıklarınızı görünce bazen eskiyi aradığınız bile oluyor, ama gene de bu kadar olumsuzluk içinde halen saf kalabilmiş birkaç kuşçu tanırım, bu saflardan biri de bizim mahallede. Her söylenene inanan bir yapısı olup yediği kazıklardan ders çıkarmayı bilmeyen biri. Onca yıllık kuşçuluğunda ki; aldığı kuş (kazık yediği) sayısını hatırlamıyorum. (Her aldığı kuşu besleyeceğinden değil tamamen güvercin sevdasından, o hayvanlara karşı aşırı beğenisinden kaynaklanan bir olay) parayla aldığı ve iyi olduğunu hatırladığı kuş sayısı, toplam bir elin beş parmağını geçmez, eskiden canı sıkılır her hafta sonları kuş pazarlarına giderdi, bizim mahalleli onu bildiğinden ihalelerde satılan kuşlardan çok ona dikkat ederlerdi, deyim yerindeyse dizlerinin dibinden ayırmazlardı. aman abi gözünü seveyim kuş alma. o tamam der ne eder ne yapar onları bir şekilde atlatır, sağda solda dolaşır bazen bir bazen iki kuş alır onların yanına gelirdi.
Nasıl kuş almasın, ondaki kuşlar bir çatı direği zor giderken, millet 3 direkten, bir minareden az gitmeyen kuşları satmaya getiriyor, pazarda satıyorlardı, demek ki evlerinde daha iyi kuşlar vardı, yada ikinci ihtimal piyasada oldukça saf vardı. Bugün bile onun adam gibi bir direk giden bir saat havada kalan kuşu bulunca başımın tacı yapacak olduğunu düşününce, o günler içinde bir minare giden kuşu almamak gibi bir saflık göstereceğine inanmak olmazdı. oda, o kuşları kaçırmıyor alıyordu, eve getirip uçurduğumda gerçekten kuşların iki üç direk gittiğini görünce söyleyecek laf bulamıyordu, aslında satıcı doğru söylüyordu “bu kuş üç direkten az gidiyorsa bilmem ne olayım!...”ne diyeyim doğru söylüyorlardı kuşu bir kovalıyordu, kuş uçup onların evin karşısındaki direğe konuyor bir direk, oradan kaldırıyorsun ilerdeki ana direğe konuyor iki direk, oradan kaldırıyorsun tepenin ucundaki direğe konuyor üç direk, demek ki; gerçekten üç direk gidiyor daha sonrasını göremiyorsun, yada görmek istemiyorsun o kovalıyor, takla aşmayan kut kuşu kovalayarak kurtuluyor, bu kurtuluş bir hafta sonraki pazarı kadar sürüyor, Pazar gene canın sıkılıyor belki kaybettiklerini bulurum belki iyi kuş gelir düşüncesi ile gene Pazara, gene iyi kuşçular bu sefer o kuşçulara yanaşmıyorsun ama başka kuşçular var hem de öyle bir anlatımlar ve şahitleri var ki, yok ya kocaman adamlar bir kuş için yalan söylemez diye gene 2-3 direk giden kuşları alıp, 2-3 direk kovaladıktan sonra ondan kurtulup, kim yakaladıysa hayrını görsün diye sevinciyle öbür hafta sonunu beklerdi, evde kuş mu yok, var, ama insan aç gözlü hep iyiyi arıyor , evdekini beğenmiyor, piyasada yakalama olur adam görmez, yada seyislik iyi değildir kuşu ezmiş, yıldırmış olabilir iyi kuş bulurum düşüncesi hiç akıldan çıkmıyor.
Bir düşündüm ki; bu gün bile piyasada onun gibi onlarca saf varmış, etrafına bir bakmak yetiyor. Biraz eskiyi düşününce rahmetli amcamın bir tanıdığımıza yaptıklarını geldi.
Bizim yakın köylü saf bir genç varmış, Ankara’nın eski zamanları yıl 1960-70 li yılları, bu oğlan askerden gelmiş, işsiz güçsüz mahallede dolaşıyor, zaman zamanda bakkalda amcamla oturup zaman geçiriyormuş, amcamda mahallemizin bakkalı 50 sene yaptı, 80 yaşında bile hiç erinmez çocukların bir sakızı için kalkar getirirdi, şimdi bizim çocukların bir bardak suyu bile rica minnet getirdiğimiz düşünüyorum da, Bu garip birazda aklı başının üstünde oğlan mahallenin tek esnafı olan amcamı görüp, mahallede de başka iş olanağı olmadığını görünce bir gün yanaşıp amcama, Ya Musa dayı, Nasıl sermaye yapacağım, ne iş yapacağımı bilmiyorum sen ne dersin deyince?, amcam bu saf aklı bir karış oğlanı tanıdığından olacak muzipliği tutuyor. başlamış akıl vermeye,
Kolayı var sermaye yapmanın niye düşünüyorsun ki?
bizim garip, öylemi Musa dayı nasıl diye sevinmiş?
Karşıda Mınnonun bahçeyi görüyormusun? (Mınno lakaplı Hüseyin dayı,ağabeylerim ve benim kivram)
Oğlan evet demiş,
Hah işte o bahçeye tuz ekecen.
İyide Mınno bir şey demez mi?
Nereden bilecek, o bahçeyi belledi sen akşamdan tuzlamaya başlarsın, sabahta hasadını alırsın, tuz çabuk yetişir sende götürür satarsın, Kimseye de senin ektiğini söylemezsin demiş?
Bizimki amcamdan parasıyla bir çuval tuz alır, gece vakti Mınno kivramın bahçesini bir güzel tuzlar, sabah erken işe gitmek için kalkan Mınno Hüseyin bir bakar ki; yaz başlangıcında bahçeye kar yağmış, bir an şaşırır, Allah allah der bu mevsimde ne karı, gider eliyle kontrol eder, elini atar atmaz bahçenin üstünü kar gibi kaplayan beyazın tuz olduğunu görür, koca bahçe mahfolmuştur. Feryat figan bağırmaya tabi bildiği ve bilmediği küfürleri de mahalleliye saymaya başlar, biz alışığız gecekonduda herzaman böyle sesle duymaya.
Bizim garip, bakar ektiği bahçenin başında Mınno nefesinin çıktığı kadar mahalleliye sayıyor sessizden oradan uzaklaşır, velhasıl sabah hasatı kaldıramayarak sermayeden olur.
E böyle risklerde vardır yatırımda…
Amcamda bahçenin karşısındaki bakkal dükkanın kapısından olayı seyredip hinliğinin tadını çıkarır, aynı size kötü kuşu kazıklayarak , sen giderken arkandan gülenler gibi.

Bizim bu garip akıllanmaz, bir gün issiz kalıp uzun sürede iş bulamayınca gene akıl danışmaya amcama gelir,
Musa dayı iş nereden bulacağım , kimse iş var demiyor der?
Rahmetli amcam ne düşünüyorsun der? o işinde kolayı var, Sabırgili biliyorsun, mahallemizde her kes gibi gecekondu da oturan komşumuz.
He der ,
hah işte benden duymuş olmada onların yoğurt fabrikası var, git onlardan seni işe almalarını iste, ama uyanık ol, bizim yoğurt fabrikamız yok diye inkar ederler sakın inanma ısrar et seni işe alırlar , benimde söylediğimi sakın söyleme der?
Bizim garipte hiç söylermiyim deyip doğru sabır teyzegile koşar,
Sabır teyzegil önce anlamazlar ne olduğunu, bizimki beni işe alın diye ısrar ettikçe onlar biz seni nasıl işe alalım, tanıdığımız, bildiğimiz yer yok demişler,
sizin Yoğurt fabrikanız var ya , işte beni oraya alın,
Ne fabrikası diye şaşırmışlar,
Bizimki kaçın kurası yer mi.
Boşa saklamayın sizin yoğurt fabrikası olduğunu biliyorum,
Sabır teyzegil bizim safa, yoğurt fabrikalarının olmadığını ikna etmek için yemin billah ede dursunlar,
Bizimki beni işe alında alın ısrarında.
Olmayan yoğurt fabrikalarına almışlar mı almamışlar mı bilmiyorum ama
saflık parayla değil, en güzel en temiz duygular insanlara inanmak,
bizim kuşçuda bugün gene ihalelere gitsin, hiç ihtiyacı olmadığı halde ona 3-4 direk giden kuşları, onca naz ve minnet sonucu satmaya kalkan çok kuşçu bulur.
Saygılarımla…
sayın abim saygılar yanlış anlama fakat senin amca iyi ki kuşçu değilmiş yoksa vay çırakların haline :)
 
Siyaminin bahçede, Mustafa ile birlikte kuşlara bakıyoruz, Mustafa, Siyami’ye çatmazsa olmaz onu kızdırmak hoşuna gidiyor, Siyaminin kuşlarını oyun yönünden zayıf görüyor, beslenmeze getiriyor, Siyami de gençliğin hırsı hemen cevap vermeye başlıyor bir bakıyorsun zaman nasıl geçmiş insan anlamıyor, Tepede Siyamigilin bahçede her kuş seyrettiğimizde bu ikili arasındaki diyalogu dinleyerek güzel zaman geçiriyoruz.
O günde Mustafa gene rahat durmuyor, gülerek Siyami senin kümesi kireçlemen gerek diyor,
Eh Siyami 10 yılda bir yanlışlıkla kümesi temizletirse temizletir, bu konuda çok tembel imkanı yok temizlettiremezsiniz “tamam abi temizleriz” demeyi de ihmal etmez bilirim yapmaz. Ben her söylediğimde gülüp aynı cevabı aldığımdan artık söylemiyorum. Sanırım en son 1990 yıllarının başında kümesi temizledi.
Siyami, Mustafaya dönüp, yapacağım abi kuşlar biraz düzelsin de diyor.
Kümeste hastalık var, kuşlar kırgın, her zamanki gibi, olmamasına imkan mı var, toz kir, pislik ve gelen giden, yakalama vs.
Siyamiye dönerek, Mustafa bana da zamanında kümesi kireçle dediydi, ben o zaman kümesi kireçledim kurtuldum diyorum.
Mustafa gülüyor benim ne demek istediğimi iyi biliyor, tekrar lafı dokunduruyor.
Kümesi kireçle gel bak o zaman kuşçu olursun diyor.
Siyami anlamıyor sözcükte ki ayrıntıyı , tekrar ediyor, abi dedim ya kuşlar simdi rahatsız biraz düzelince her tarafını kireçleyeceğim.
Gülüyoruz.
Siyami süpheleniyor.
Ne oldu ki abi? diyor.
Mustafa kahkahayı basıyor
Dayanamayıp ben söylüyorum.
Siyami, Mustafa kireçle derken, Kümesteki bütün kuşlardan kurtul, bu kuşlarla bir yere varamazsın demeye getiriyor ,yani bütün kuşları gönder, kümeste de bir kireç yak ki; gidenlerden tozun eseri bile kalmasın , ondan sonra gel yeni kuşlarla yola çık ancak o zaman kuşçu olursun demeye getiriyor.
Saygılarımla.
 
Kırıkkalede sevgili Musa abi güzel bir kuş başlatmıştır. Ankara deyimi ile “ boz” Kırıkkale deyimi ile “sarı” bol paça bir kuş, Musa ağabeynin kuş uçurma yeri çok güzel , birkaç dönümlük arazinin içi, daha önce kümesin önünde küçük bir havuz varmış, bu havuzu daha sonra kaldırmış Musa abi,
Bir gün bu kuşu seyretmeye onca millet gider, havuzun tam ucuna da gelip Muhsin oturur, bolpaça boz uçumu ve hareketleri ile birlikte güzel oyunlar çıkarmaktadır. kuşun her zamanki oyun yeri havuzun başıdır, nitekim kuş havuzun ucuna gelince orada oynamaya , Muhsinin tam kafasının üstünde tokat gibi taklayı vurup, fişek yapmaya başlar sesli soluklu,taklalı, Mustafa’nın deyişi ile 5-6 takla yaklaşık 16-17 metre civarı gider,
Halil hoca kafasının üstüne taklayı vurup giden kuşa bakmaktan nerdeyse havuza düşecek gibi olan Muhsin o durumunu görünce gülerek sorar,
“Muhsin sence ne kadar gitti ?”
Muhsin söyle bir iki saniye düşünür kafasında kuşun gidişini gözünün önüne getirir, biraz ölçer, biçer,
Herkes 20-25 metreden uzun diyecek diye beklemektedir.
Muhsin kuşun gidişini tam hesaplamış olacak ki; Halil hocaya “yaklaşık 5-6 metre kadar filan” der.
Halil hoca kimsenin beklemediği bu cevap karşısında şaşırır bir an ne diyeceğini bilemez sonra yapıştırır.
“Kalk oradan gözün görmüyor birde kuşu tam altından seyrediyorsun.”
Bazen böyledir, nice emekle uğraşla bir kuş başlatırsınız ama burnunun dibindeki kuşu görüp yorumlamayı bilmeyenin birini kuşçu sanıp bazen baş köşenizde oturtturursunuz.
Sonra sağda solda o da kuşmuydu laflarını duyunca saşırır üzülürsünüz.
Saygılarımla…
 
hkaplan' Alıntı:
Kırıkkalede sevgili Musa abi güzel bir kuş başlatmıştır. Ankara deyimi ile “ boz” Kırıkkale deyimi ile “sarı” bol paça bir kuş, Musa ağabeynin kuş uçurma yeri çok güzel , birkaç dönümlük arazinin içi, daha önce kümesin önünde küçük bir havuz varmış, bu havuzu daha sonra kaldırmış Musa abi,
Bir gün bu kuşu seyretmeye onca millet gider, havuzun tam ucuna da gelip Muhsin oturur, bolpaça boz uçumu ve hareketleri ile birlikte güzel oyunlar çıkarmaktadır. kuşun her zamanki oyun yeri havuzun başıdır, nitekim kuş havuzun ucuna gelince orada oynamaya , Muhsinin tam kafasının üstünde tokat gibi taklayı vurup, fişek yapmaya başlar sesli soluklu,taklalı, Mustafa’nın deyişi ile 5-6 takla yaklaşık 16-17 metre civarı gider,
Halil hoca kafasının üstüne taklayı vurup giden kuşa bakmaktan nerdeyse havuza düşecek gibi olan Muhsin o durumunu görünce gülerek sorar,
“Muhsin sence ne kadar gitti ?”
Muhsin söyle bir iki saniye düşünür kafasında kuşun gidişini gözünün önüne getirir, biraz ölçer, biçer,
Herkes 20-25 metreden uzun diyecek diye beklemektedir.
Muhsin kuşun gidişini tam hesaplamış olacak ki; Halil hocaya “yaklaşık 5-6 metre kadar filan” der.
Halil hoca kimsenin beklemediği bu cevap karşısında şaşırır bir an ne diyeceğini bilemez sonra yapıştırır.
“Kalk oradan gözün görmüyor birde kuşu tam altından seyrediyorsun.”
Bazen böyledir, nice emekle uğraşla bir kuş başlatırsınız ama burnunun dibindeki kuşu görüp yorumlamayı bilmeyenin birini kuşçu sanıp bazen baş köşenizde oturtturursunuz.
Sonra sağda solda o da kuşmuydu laflarını duyunca saşırır üzülürsünüz.
Saygılarımla…



HASAN BEY DOĞRU SÖZE NE DENİR Kİ,KUŞTAN ANLAMAYANA KUŞ UÇURMA DEMİŞLER DOĞRU SÖYLEMİŞLER.BİRDE BAZI İNSANLAR VAR Kİ GÖRDÜKLERİNİ İNKAR EDERLER ÇÜNKÜ İÇLERİNDE BİRYERLERİNDE BU İŞİ BECEREMEMENİN EZİKLİĞİ VARDIR.HALBU Kİ BİR KUŞ OYNAMISSA BUNA VERİLEN BİR EMEK VARDIR.İYİ YADA KÖTÜ ELEŞTİRİ YAPILIR BELKİ AMA YALAN DOLAN KARALAMA BU CAMİAYA HAKARETTİR...

....SAYGILAR...
 
Bazıları yeni kuşçuluğa merak saldığında, heveslendiğinde, yanınıza gelir nasıl kuş besleneceğini, nasıl iyi kuşlara sahip olunacağını, nasıl iyi dostluklar kuracağını, kısaca kuşçuluğu nasıl öğreneceğini sorarlar, bana da böyle bir soru geldiğinde ne diyeceğimi bilemem yaşadıklarım, gördüklerim aklıma gelir, öyle bir hastalık ki bu ne desen boşuna, o kişiye bu işin başındayken ne işin var kuşçulukla tez kurtul bu işten deyim mi, demeyim mi bilemiyorum.
Bazen kuş beslenen kümeslere gidiyorum. bir bakıyorsun o arkadaşların elinde kaç yaşında güzel kuşlar, kuşlarının kalitesi bir ayrı, nasıl bulmuş nasıl buluşturmuş bir araya getirmiş şaşıyorsunuz ama kümeslerinin içi pislikten görünmüyor, kuşların orada o koşullarda nasıl yaşadığına inanamıyorsun, o koşullarda yaşamını idame ettirmeye çalışan kuşlara bakarken, o güzelim belki de nadide kuşların heba oluşunu seyrediyorsun, o adam eline bir kürek alıp yarım saatini temizliğe ayırıp, hijyene dikkat etse ne kadar güzel olacak, o kuşçuların sorusu karşısında, önce böyle kümeslere git nasıl kuş beslenirmiş onu gör diyesim?
Bazı kuşçular var dost gözükür, ama olmadık yerde seni rencide eder, kuşunu yakalar vermez, yok der, yaşının adamı olmaz konuşma adabını bilmez onlarla karşılaştığında yada kuşunu yakaladıklarında bir daha onlarla muhatap olmak istemez, yüzünü şeytan görsün diye nerdeyse herkesi aynı görür bu işten tiksinirsin, böyle kişilerin yanına git kuşçuları tanı mı diyesim ?
Bir bakarsın adam havada, karada kuşları okuyor, öyle bir anlatıyor ki; onun kuşlarından iyisi, onun kuşlarından güzeli dünyada yok, kuşlarından soğuyorsun o anlatınca biran önce onun kuşlarını görmek için sabırsızlanırsınız ama gider kümesine bir bakarsın uçurduğu, beslediği kuşlar anlattığının tam tersi, git onun kuşlarını gör kuşlar nasıl olurmuş gör diyesim geliyor ama o kadar söylenecek şey var ki, ne diyeceğimi bilemiyorum.
Ben bilemiyorum ama adamın biri hayatı öğrenmesi, tanıması için ölüm döşeğinde oğlunu yanına çağırır, bin nasihat vermektense üç istekte bulunur.
Oğlum der sana üç nasihatım var ama ben öldükten sonra muhakkak yapacaksın?
Oğlan tamam baba der
Adamın üç nasihatından biri
Oğlunun (biraz kaba dil olacak ama) geneleve gitmesiymiş, sabah erkenden oraya git oradaki yaşantıyı gör demiş, oğlan babasının dediği gibi sabahın 9’unda çıkmış gitmiş oradaki o sabah mahmurluğunda insanların makyajsız hallerini, yerlerin etrafın pisliğini insanların pislik içindeki yaşantılarını, rezilliği görünce tiksinmiş çıkmış,
İkinci isteği babasının gece yarısı bir birahaneye git sarhoş olana kadar iç demiş, oğlan gece yarısı birahaneye gitmiş söyle bir etrafta içki içen insanlara bakmış dünyadan kopuk, sorumsuz, seviyenin olmadığı , biçare hallerini görmüş aman demiş buralara gelinir mi,
Babasının son isteği de bilmem neredeki hamamda meşhur tellal biri varmış, çok büyük kumarcıymış ona gidip babasının gönderdiğimi söylemesiymiş, o sana kumar öğretir demiş,
Oğlan babasının son isteğini de yerine getirmek üzere hamama gitmiş, tellalı bulmuş, ben filanın oğluyum babam beni sana gönderdi sen böyle böyle meşhur kumarcıymışsın bana da bu işin inceliklerini öğretecekmişsin demiş, adam cebinden iki zar çıkartmış damın arkasına doğru fırlatıp atmış, oğlana dönmüş git bak demiş 6/4, oğlan dama çıkmış bakmış zarlar dediği gibi 6/4 hayretler içinde kalmış, gözüne inanamamış, adam bu kadar usta ama telalık yapıyor nasıl olur, inmiş damdan adama demiş yaa sen bu kadar bu işte ustasında niye daha burada tellallık yapıyorsun, kendini harcıyorsun. Git dünyanın parasını kazanırsın?
Adam oğlana dönmüş evet demiş o kadar iyiyim ki; ama bu işin sonu yok ...
Kuşçulukta öyle bir hastalık ki, ne diyeceğimi bilemiyorum, yeter ki bir başlamaya gör!
iyisi , kötüsü, stresi ile dipsiz bir kuyu , bundan daha iyi insanları tanıyacağın belki başka bir meslek yok!
hele bir de daldın mı içine; bil ki bu işin hiç sonu yok .
Saygılarımla
 
Bugün maçları izliyor, oyuncuları seyrediyorum da eski günleri aklıma getiriyorum.
1975 li yıllarda okul tatilken çalıştığım yerin hemen bitişiğinde Maltepe Vehbi Koç öğrenci yurdunun bir köşesinde Gençlerbirliği kulübü vardı, bir kalecileri vardı, yada yardımcı antronör hiç unutmam topu onca metre yukarıya atar anlında hiç zıplatmadan tutardı, kocaman kafasında anlı düzleşmiş sanki topu özel olarak tutmak için oluşmuştu, o kulübün önünde her antremana giderken topu havaya atıp zıplatmadan tutmasını hayranlıkla izlerken, futbolcularda ellerinde fileler içinde toplarla Maltepe Anıttepeye doğru yola çıkarlar antramana yürüyüp gider gelirlerdi, her şey doğaldı, bizde bizim futbolcular tabi iyi beslenemiyor, iyi koşullarda çalışamıyorlar yokluk yüzünden bu kadar olur diye yenilgileri kabulleniyorduk, ama gün geldi geçti o yokluklar imkansızlıklar yerini imkana ve bolluğa aldı, bu seferde gene başarısızlıklar karşısında niye böyle diye düşünmeye başladık, artık yoklukta yoktu, futbolcuda yürüyerek antremana gitmiyor büyük kulüplerdeki antraman sahasına son model arabayla gidiyordu, eskiden her şey doğaldı işin hilesi yoktu yada düşünülmezdi ama yenide öylemi bu seferde gücü tekniği yetmeyen, imkanı kısıtlı olanlar başka hileli yollar denemeye başladılar, yeteneğini geliştiremeyen yada gittikçe zayıflayan, yada daha güçlü rakipleri karşısında kendini ispatlama doping maddeleri de kullanmaya başladılar, buda futbolun doğallığını ve insanı bitiren bir olaydı. Peki kuşlarda farklımı, 70 li yıllarda kuş beslerken yem alacak para bulamaz evde anamın köyden gelen bulgurlarını gizli gizli alır, kuşlara verirdim, zavallı hayvanlar aç susuz, yada artan ekmek kırıntılarıyla günlerini geçirir buğday gördüleri mi sanki altın bulmuş gibi sevinirlerdi bizde o koşullarda o kuşları uçurup verim almaya çalışırdık, öyle uzun akla abes kuşlarımız olmadı ama adam gibi bir şeyler yapmaya çalışanlarda çıkardı, şimdi öylemi bilinmeyen ilaç, görülmemiş yem çeşitleriyle ve yaşadıkları ortamın iyileştirilmesiyle daha farklı oldular daha iyi kuşlar ortaya çıkmaya, rüyamızda göremeyeceğimiz mesafeler duymaya başladık, bu yetti mi insanlara yetmedi, daha iyi kuş uçurmak için arayış devam etti, bazı kişilerde kuşun performansını artırmak için ilaçlarda kullanmaya başladı, sporda bilinçsiz alınan ilaçlar ne kadar zararlıysa, hayvanlarda da bilinçsiz kullanan ve içeriği bilinmeyen, işin mesleğin erbabından alınmayan ilaçlar, kuşlar için çözümden çok aslında sorun oluşturmakta ancak bunlar kullandıktan sonra ortaya çıkmaktadır. yarışlarda ve değişik iddialarda mahçup olmamak, kendini kanıtlamak için bu tarz işlemlerin yapıldığını azda olsa zaman zaman duyuyoruz.
Bir gün bir kuşçu arkadaşın terasında oturmuş sohbet ediyoruz, güzel bir kuş uçuruyordu, uzun süre uçup oynayan, mesafe alan taklalı bir kuştu, her uçtuğunda sahibinin yüzünü ak çıkaran bir kuş, (o çevrede bulunanlar veya başka yerden gelenler kuşu seyretti, artık yeni yavrulara imkan tanıması için o kuş arkadaşça uçurulmamaya başlandı) böyle kuşun uçtuğu günlerin birinde, bir hafta sonu kuşun oynunu duyan bilen her yerden kuşçu milleti bu kuşu seyretmek için anlaşırlar, kim dediyse biri bizim arkadaşa akıl verir, bu kuşa dekort vur bak performansı nasıl artacak kuşa millet nasıl hayran kalacak şatafatlı olacak der, bizim arkadaş pek aklı yatmasa da, dediğine göre bir bildiği var denememiş yapmamış olsalar böyle kesin konuşmaz diye düşünür, aslında kuş zaten devamlılığı olan bir kuş kendini göstermiş kanıtlamış bir kuş hiçbir şey yapmanıza gerek yok ama demek ki insanın konuşmalardan etkilenmemesi, geçmişte uçan kuşların birilerinin geldiğine yaptığı hataları bilen bizim arkadaşın içinde süphenin olması ikna olmasına yetmiş. Millet gelmeden sabah kuşa dekort iğnesini yaparlar ( dekort ilacı kas gevşetici, genellikle kuşlarda felç, kanat tutulması gibi olaylarda kullanılır ve daimiliği olmayan kısa süreli iyileşme sağlayan bir ilaç) millet yavaş yavaş gelmeye başlar, o koca terasta oturacak yer yoktur. Bizimkiler eke dişiyi çıkarır kaldırırlar, ama kuş havada her zamankinden farklı uçmaktadır, sanki kanat sallamaya dermanı yok, her zaman yüksekte uçan , hareketli kuş daha ağır evin çevresinden pek uzağa gitmez, eve oyuna geldiğinde de dırt eder bir adam boyu taklasız , yada bir takla zar zor vurarak gider, bırakın onca uzunu , 10-15 takladan az atmayan kuş bir metre bile zor gitmekte, her geldiğinde terasın bir oyanına dırt etmekte bir bu yanına, o bir gün önceki oyundan eser yok, o kadar milletin içinde bizim arkadaşta bir hayal kırıklığı, anlatılmaz bir eziklik, sesini de çıkaramaz o an olayın nedenini bilemez, her zaman denilen gibi kuş millete oynamıyor diye düşünmektedir ama ertesi gün kuşu dinlendirip uçurduğunda kuşun eski oyunlarını yaptığını görünce hatasını anlar, onun bunun lafı ile yola çıkıp ilaç kullanmak mı, Aklının ucuna bile getirmeyecek biliyorum. Uçan hayvana güvenecek,
Saygılarımla …
 
Muharrem bey benim çok sevdiğim arkadaşım Cemalle ilgili anısını yazınca bende bundan 3-4 yıl önce yazdığım bir yazıyı Muharrem beyin yazısına ekleyim dedim.
Bir gün işyerinde otururken arkadaş birini getirmiş bana soruyor naklen geldi, bunu tanıyormusun diye? hayır dedim. Bu Mamakta oturuyor, kuşçu daireye yeni başladı, bizim kata verdiler dedi, baktım bir kuşçuda asla olmaması gereken kendinden iri göbeği ile benim yaşlarımda güleç yüzlü biri, insan görünce hemen ısınıyor tatlı dilli yılanı deliğinden çıkaracak bir yapıya benziyor, iki kuşçu bir araya gelire hemen ortak tanıdık bulma gayretine girmez mi bizde başladık konuşmaya, kimsin, Mamakta kimleri tanırsın vs. baktık ki ortak tanıdıklarımız çok. (geçmiş zamanın birinde Saimekadında kahvede kuşçular otururken paraya ihtiyacı olan birileri kuş getirmiş satıyorlar, bizim Kemal ağa 9,10 kuş verip oyunsuz bir silik arap bıyıklı damızlık erkek almıştı,kuş güzeliydi, silik arapları sevmem ama çok gösterişli bir kuştu, bu arkadaşta o kuşu satan kişilere emanet vermiş, satıldığını duymuş, gel zaman git zaman saimekadında kuşçuların genelde bulunduğu kahvede Mamak belediyesinde çalışan arkadaşı Adille otururken silik arap konusu gündeme gelmiş olacak ki yüksek sesle benim kuşu alandan almasını bilirim gibi ileri geri konuşmaya başlayınca yan masada oturan Kemal ağa silik arap lafı geçince kulak kabartıp, bu yiğit delikanlı arkadaşın laflarını dinleyeme başlamış,ilk defa gördüğü bu kişiyi benzetecektim ama Adilin misafiri olduğu için bir şey demediğini bana uslubuyla söylemişti, salağı benzetecektim ama misafirdi dua etsin, o masadaki arkadaşların hatırı vardı, konuşmasını bilmiyor. Ben 10 kuş verip aldığım kuşun kimin olduğunu nerden bileyim, adam gibi gelip konuşsa, yan masadan hava atıyor. diye. Meğersem o kuşun sahibi hava atan arkadaş buymuş. Keçikıranda oturuyorum dedi.
Adın Cemal’mi dedim evet dedi, seni gıyaben tanıyorum, silik arapbıyıklı erkeğin sahibi senmiydin dedim. kafayı salladı gülerek.
Önlü, arkalı tepelerde oturduğumuzdan samimiliğimiz ilerledi, oda benim gibi 72 lerden beri kuş beslermiş, baktım tam benim gibi kuşçu hayatta kuştan anlamıyor, çok iyi kuşlar uçurduğunu söyledi, bizim kuşları beğenmez atın bunları, bunlar kuş değil derdi.
Gel zaman git zaman arkadaşlığımız ilerleyince bende kuşların hangisini isterse vermeye başladım. hatırını kıramadığımdan 1994 Yılında, elimdeki Zabıta Kemal abinin son nesil kuşların yavrularından aldı götürdü bir şey diyemedim. Benim kümes küçük kuş fazlalaştıkça O istedi bende beğendiği kuşları vemeye başladım. Her kuşuda almazdı, kuşu kendi beğenecek, benim vermek istediğim kuşları almazdı, almadığı kuşları bir süre sonra başkaların ağzından dinleyince Kaplan, kuşları götüreceğim derdi, kırmaz verirdim. (Hala veririm.)
ona verdiğim kuşların kardeşlerinden birini de, bizim evin arkasında oturan Topçu Mehmete vermiştim. Mehmet Kuş’u bir beyaz takalı erkeğe vurdu, güzel yüksek uçumlu çabuk oyuna giren bol taklalı yavrular aldı, bu arada kuşta ur çıktı, dişi kırıldı, o sırada bu kuşlardan bendede kalmadı önemli değil nasılsa Mamakta Cemalde bunlardan var ondan getiririz dedim. Yalvar yakar 5 ay sonra bir dişi gönderdi, kuşun kendine hayrı yok, bize hiç hayrı olmadı, kısır yumurtlamayan ahı gitmiş vahı kalmış bir dişiyi göndermiş, kuşu düzeltek diye 6 ay gitmediğimiz veteriner, vermedğimiz ilaç kalmadı, bize valla yumurtluyor dedi. ölene kadar kuş inat etti yumurtlamadı. bizdeki bir neslin kökünü de böyle temizledik.
Kuşları biraz çoğaltı aman Cemal dikkat et bu kuşların sende olduğunu duyarlarsa götürürler elimizde de bunlardan kalmadı dedim. Kaplan merak etme sen kimse benim kuş beslediğimi bilmiyor, uçurmuyorum, bilseler bile alamazlar dedi, söylediğine göre bir kuşçu bahçeye gelse oğluna seslenip pompalıyı bir getir yağladık mı bakalım deyip kendince gözdağı veriyormuş, bir sabah kuşları yemlemeye girmiş bir bakmış kuşlar yok, meğer bahçe duvarınından biriketleri çıkarmış kuşları alıp gitmişler, pompalıda işe yaramadı vessalam (zamanında Zabıta kemalin kuşların bende bulunan neslinin özlerin bir kısmı böyle gitti)
Gelip beğendiği kuşları alır götürür benim sorma huyum olmadığını bildiğinden, bir süre geçince Kaplan, hastalandı, kuşlar öldü der, canın sağ olsun derim. Başka kuşlar veririm.
Gün gelir, Kaplan kuşu kaçırdım oraya geldimi der, 10 km öteden atıp gelen kuş, 500 metre öteden Keçikırandan gelmez nedense!
Kendi yavruluktan uçurur, beğenmez bana geri verir, on beş gün geçmez uçacak kuşum kalmadı der alır götürür, gittiğinin sabahı bana telefon eder, ben sana makaslada ver demedim mi, bak askeriyeye doğru aştı gitti geldi mi der?
Bir gün içince bana, Kaplan bende emanet kuşa bir şey olmaz, kim birinden aldığı kuşu kedi kaptı derse yalan söyler, ben hayatta kediye kuş kaptırmış adam değilim dedi, bir süre sonra, benim limon sarı takka perçemli dişimi kediye kaptırdığını söyledi.
Birgün yanında benim ufak oğlan kuçağımda onun bahçede misafirim. osırada yabancı kut bir kuş gelmiş kümesin duvarında duruyor. pırıltı vermedim kendi indi diyor , bende yiyorum. bir ara yabancı kuş bahçede bulunan kuşların yanına doğru yanına uçtu, o ara bahçe duvarının dibinde bir karaltı füze gibi gitti, ne olduğunu anlamadım ama kedi demeye kalmadan kedi yerdeki kuşa , yabancı kuşta kediye çarptı, ilginç bir durum oluştu, bu arada Cemal kendine geldi, bir bağırışı var kedi kişt, kedi kışt diye, gören memleket yıkıldı sanır değil kedi, ben korktum, ama koşup kediyi kovalıyacağına kedi kişt kist diye bağırmayı yeğledi.
Bir gün bakarım şunlardan acayip kuş aldım, süpermişler der, bende süperi sana verip kendileri ful force mi besliyorlarmış derim yok Kaplan bunları besliyemiyorlarmış, kümesmis herhalde der, tabi bizim kuşların bir kaçı gitmiştir. Söylemez, aldığı kuşların bir süre sonra takla bile atmadığı ortaya çıkar.
Kuşçu arkadaşlarının hiç birinde kuş olmadığını iddia eder, kim bir kuş övse yanında, bir bakarım onu alana kadar uğraşır, alır bir süre sonra verecek kuşçu arar, yok kaplan beğenmedim der, acayip gaza gelir, verdiği kuşlar aldığı kuşların on katı güzeldir halbuki.
İlk tanıştığım zamanlarda yerinin iyi olmadığından bahsederdi, gel zaman git zaman davet etti görmek nasip oldu, çatı yolun altında kalıyor, ama önü açık çok güzel bir bahçe, benim 3 mt lik kuşları beslediğim yere göre bir harika benim hep hayalimdeki bir bahçe.
Kümesi bahçe duvarını üstünde, kapısı yerden yarım metre kadar yüksekte basamaksızdı, merakla kuşları bekliyoruz o ne bıldırcılar çıkıyor kümesten dumanlı bıldırıcın. Beyaz bıldırcın. Gök bıldırcın, arap bıldırcın vs.
Bu ne Cemal diye sordum. Kaplan kuşlar perdah almasın diye kuyruklarını çekiyorum. Peki kanatlarını? kuşlar öyle bir durumdaki kanat kuyruk keklik misali, kekliğin kanadı daha uzun, Bolu dağ komando tugayı onların şartlarında o kümesin kapısına çıkamaz hayvanların bir tırmanışı var, zıplayarak Evereste bile çıkabilecek duruma gelmişler, hayret edersiniz, kuş su içmeye zıpladığında, kuyruğunun üstüne düşüyor. O sene hiçbir kuşun kanadının ve kuyruğunun geldiğini hatırlamıyorum. geldikçe yoldu, Kimsede hatırlamaz, neymiş kuşlar perdahlarsa kaybolurmuş, oyunluyu anladıkta, oyunsuz yavruları anlamadım bunlar nasıl perdah yapar diye.
Bizim Mehmet Topçu’ya köyden kendi kuşlarının yavrusunu getirdi, uçurda millet kuş seyretsin diye birbuçuk aylık yavruların kanat kuyruğunu öyle kesmiştiki dipten kuş su içmek isterken yere düşüyordu, arkadaş sabahı zor etti, bir senede kanat kuyruk gelmez, gelsede adam olmaz ufacık yavruya böyle makas vurulurmu diye. dünyanın yalanını uydurup zor verdi.
Bir gün bir yanardöner getirdi, çok övdü acayip oynuyor diye, kuşu makasa vurmuş dipten, kanat verdim. Kanat geldi kuşun kanadı sakat, cemal bu sakatmış dedim Kaplan yakaladım sahibi tanımasın diye kanadının uç kısmının eklem yerini kırdım dedi, iyi fikir!
Bir yıl kuşların hiç kuyruğunun gelmediğine tanık oldum.
Bir yıl hiç kanadının gelmediğini,
15 yıldır hiç kuş uçmadığını gördüm.
Birgün kuşları DDT ile bitlerini temizlemiş, bütün kuşlar ölmüştü uzun süre ilaçlayacak kuş bulamadı.
Birgün Kuşlar hastalandı, emanet aldığı bir iki kuşçunun kuşu hariç bütün benim verdiklerim öldü,
Birgün Halkbankasından biriyle arkadaşlar tanışır, Cemalgilin komşusuymuş, sormayın demiş saimekadında bir keriz bulmuş ( o benim ) onun oradan kuş getirip, satıyor ona da kaybettim yada öldü diyor demiş. Dünya küçük!
On yılda her sene en iyi kuşlarının yavrusunun (benim verdiğim kuşların) sözünü verdi, nasip olamadı bir tane görmek, Kaplan hastalandı çatıya attım, çoçuklara verdim, iyi bir arkadaşa verdim gibi bu senede söz verdi,
Bir gün gittiğimde büyün kuşların (beyazların )masmavi olduğunu gördüm, sok olmadım alışıktım ama böylesine hiç değil tamam aslanım dedim seni hayvan haklarına şikayet edeceğim yetti gayrı dedim, bunlar ne, Kaplan dedi senden aldığım boğaz iltihabı için verdiğin mavi mürekkep gibi bir şey vardı ya, hepsi içince daha sağlıklı olur diye banyo sularına döktüm. Onlar yıkanınca masmavi oldular, böylece kaybolunursa bulurum dedi. Bir kaçı kayboldu hala bulunmadı, bir tanesini getirdim. Üç yılda tüm tüyler değiştirene kadar mavi rengi atmamıştı. Ankara Halindeki Kuşçu dükkanlarında değişik kuş türleri ve altlarında sahiplerinin isimleri yazıyordu, tamam Cemal dedim. Bunların resmini çekip altına da Cemalin kuşları diye yeni kuş neslini tanıtacağız dedim. (ilacı ben verdiğimden şikayet edemedim)
Bir gün en iyi damızlık beyaz dişimi alıp götürmüştü. Onların oraya gittim bir çorum çıplağı duruyor. Bu gutu nerden aldın dedim. Senin beyaz dişi dedi nasıl benim dişi dedim. Kaplan dedi, evde depitak (kıldökücü) varmış merak ettim dişinin paçalarına az döktüm dedi, bütün paçası döküldü dedi, çorum çıplağında bir iki tüy belki olur bizim kuşun diz izasından itibaren tüy yok, kim bakarsa baksın kuşun paçalı olduğuna inanmaz. kuşu hemen aldım getirdim kaybedene kadar 2 yılda paçaları çıkmadı adı çorum çıplağı kaldı, Cemal’inkide “depitak Cemal”
Cemali tanıdığımdan beri ilkkez bir kuş uçurdu, bozkirli dişi güzel oynuyor, Cemal sabah işe gitmeden, küçük oğlan okula gitmeden, Büyük oğlan nöbetten, Cemalde işten gelince tekrar sırayla kaldırıyorlar, Kuş gene de oynuyordu, bana vermeye kalktı töbe dedim. Ne güzel oynuyor, sen uçur işte, seyretmeye gittiğimde kuş perdaha girmeye başlamış çatıdan inemiyor, obürsü gün çatıdan insin diye kuşun kuyruğunu çekmiş, (onbeş yıl öncesine dönüş) bari şimdi iniyormu Cemal dedim yok kaplan inmiyor dedi. Birine vermiş,
Buna rağmen Cemalin insanlığı, arkadaşlığı, tatlı dilliğini hiçbir şeye değişmem, dünyanın bir ucunda olsa çağırın yardıma koşar gelir, candandır, bir sohbet arkadaşıdır, Ama yeri geldiğinde bize cin de, cin gibilerin yanında bizim gibi saf.
şöyle bir baktığımızda çevrenizdeki bütün kuşçularda, Cemalin azda olsa huyundan,suyundan, biraz fazla biraz az ama muhakkak bir parçasını görebilirsiniz.
Sağlıcakla kalın.
 
birgün havada 4-5 kuşum uçuyor hepsi beyaz biraz sonra bir komşu arkadaş geldi abi dedi benim kuşa niye pırıltı veriyosun, hangi kuş dedim havadaki beyazın birini gösterdi, bende dedimki benimkilerde beyaz ne bileyim senin kuş olduğunu, bir daha ayağına kırmızı kurdela bağlarsan tanırım kuşların arasındaki senin kuşunu.
sen git inerse gönderirim dedim kuşunu neyse kuş inmedi gitti ertesi gün baktım havada 4 tane beyaz ayaklarında 50 şer santimlik falan kırmızı kurdela gittim yanına bak şimdi oldu senin kuşu havada gören tanır pırıltı vermezler, dediki hakikaten iyi oldu abi
 
selamlar.yıl tam hatırlamıyorum1979 olabilir.sebahattin diye bir arkadaş var ayağı sakat koltuk değneğiyle yürüyor.kuş alıp satıyor öyle çok değil bir tane alıyor onu biraz karla satıyor.ne yapsın fakir çocuk.bir gün dörtyolda dükkandan bir kuş aldık ona .gelirken eski konservatuar şimdi mamak kültür merkezi orada 5-6 kişilik bir grup yaşları bizden epey büyük .bakma bahanesiyle kuşu aldılar birisi biraz bakıp kuşu havaya fırlattı.kuş yeni aldığımız kuş tabii kayboldu gitti apartmanların arasında.o an sebahattinin yüzüne baktım.yıkılmıştı adeta.kuşu havaya atan adam da şaşırdı bu kadar üzüleceğini sanmamıştı.zaten alkollüydüler eğlence olsun istemişlerdi.fakat o kuş sebahattin için çok önemliydi ekmek parasıydı.onun bukadar üzüleceğini tahmin edememişlerdi. kuşu havaya atan genç adam sebahattine yaklaştı birşeyler söylüyordu.bir yer tarif ediyordu bir kişinin ismini verdi .onun yanına git selamımı söyle sana bir tane kuş versin filan dedi.sebahattin oraya hiç gitmedi boş ver başımıza bir şey gelir dedi.sebahattinin gözlerindeki o çaresizliği o çöküşü asla unutamam.lütfen kimse kimseyi böyle çaresiz bırakmasın.
 
selamlar.yıl 1974 filan.bir beyaz aldım.uçurmaya çalışıyorum.yanına bir kaç kuş daha kattım.ıhh.uçmuyorlar.ne yapsamda olmuyor.bir çatıya konuyorlar akşama kadar ordalar.meğerse rahmetli saim abi farkedermiş olayı görürmüş.bir gün beni çağırdı sarı gel dedi.gittim.ne yapıyorsun kuşların niye uçmuyor dedi.bende ne bileyim abi iyice yemliyorum suyunu verip uçuruyorum yinede uçmuyo nankörler dedim. saim abi kahkahayla güldü.ya kuş yemlenir mi uçmadan önce dedi.onları biraz aç uçur tam doyurma çok az yemle öyle uçur yarin dedi.bende sabah yarım avuç yem attım 4-5 kuşa yedikten sonra kovaladım.kuşlar bir uçtular ta sinekte geziyorlar.bu seferde gelmeyecekler diye korktum saim abinin yanına gittim.korkma gelirler onlar dedi.dediği gibi bir müddet sonra kuşlar geldi indiler.sonra bu kuşlar yaramaz hava kuşu bunlar.dedi.iyi kuşu tarif etti .uçurma şekillerini filan anlattı.saimekadınlı rahmetli saim abiden çok şey öğrendim.süper kuşları vardı.hayranlıkla izlerdim.allah rahmet eylesin .yanına gider kuşlarını izlerdik hiç kıskanmazdı.hatta memnun kalırdı .bigi verirdi bize.üstadlardan ricam yeni kuş besleyenlere iyi davransınlar kıskançlık etmesinler.enazından temel bilgileri paylassınlar.ne olacak ölümlü dünya değilmi.
 
selamlar.yine eski yıllar.1977 -1978 .dörtola kuş götürdüm fena da değiller.bir türlü satılmıyor.nedense bazen kuşlardan tam randıman almadan tam çözümleyemeden götürür satardım.parasız kalırdım heralde.yada acemilikten çabuk gözden çıkarırdım kuşları.neyse 1-2 saat oldu bakan bile yok kuşlara.bakıyorum diğerlerinden pek farkları yok.orada bir adam var peynir ekmek gibi satıyor kuşlarını.mevsimde soğuk bir mevsim hava soğuk.o adam bana baktı acıdı heralde.tüm kuşlarını satmıştı zaten.bana dedi ki-o kuşları senden almazlar bana ver sen şurada bekle ben satayım sana parasını vereyim.tamam dedim.kuşları önündeki kutulara aldı.hayret bişey benim 2 saatte satamadığım kuşların hepsini yarım saatte hemde benim düşündüğümdende iyi paraya sattı.bende parayı aldım sağol abi dedim.dolmuşa bindim eve geldim.evde çay içiyordum ki kardeşim bana çatıdaki kuşu niye kümese koymadın dedi.çatıda kuşmu var dedim.evet dedi.dışarı çıktım baktım ki sattığım kuşlar birisi hariç gelmişler.aa.ne çabuk ya .şaşırdım.fakat sevindim de.kim aldı nasıl bıraktı niye hemen uçurdu anlamadım.enaz bir hafta çitelemeleri lazımdı.fakat ne yalan söyleyim çok sevinmiştim.
 
selamlar.biz kuşçularda macera çok. ozamanlar bir firmada kamyonda muavinlik yapıyorum.sabah beşte kuşların yemini vereyim de 1 gün yokum acıkmasın hayvanlar dedim.6 da uzun yola gidecez.tam kilidi açıyorum kafama bişey atladı kapnının üstünden.şaşakaldım.kocaman bir fare kedi yavrusu gibi.kümeste bir tenekede buğday vardı .ağzını kapatıyordum tahtayla .fakat oradan girmiş yemleri yemiş yemiş.karnı davul gibi olmuş.ben kapıyı açarkende panikleyip kendini dışarı atmak istemiş.kafama oradanda yere .ben öyle şaşırmışım ki fare davul gibi olmuş kaçamıyor fakat ben arkasından bakakaldım.fare sallana sallana kaçtı gitti.sabahın beşinde saçlarımı yıkamak zorunda kalmıştım.
 
Geri
Üst