Misafirliğini hiç sevmem, hoş sohbet biri değil. uzun zamandır gelmiyordu, birinden yüzmü buldu ne mahalleye bir geldi bir haftadır gitmek bilmiyor, bir şeyler söylüyoruz duymamazlıktan geliyor, yada bizi umursamıyor eti ne butu ne hesabında, içten içe kızıyoruz, hatta bazen yüzüne karşıda dünyanın lafını ediyoruz ama o bize musallat olmaya gene başladı, küslük müslükte bilmiyor, git kardeşim başka yerin mi yok, başka kapıya diyorsun, yok bu kapı benim ekmek kapım diyor, buradan çok ekmek yiyeceğime benziyor, haksızda değil mahallede onca kuşçu var herkes işten yaklaşık aynı saatte geliyor, ve birbirlerini bekliyor kim kuş kaldırırsa herkeste kaldırıyor, tamamen psikolojik bir olay oldu mahallede, eee toplu kuş uçurunca da, oda kuşa meraklı hemen damlıyor geliyor, bari geldin bir yerde dur biraz seyret, hiç umursamıyor, uzaktan bir geliyor, bir iki saniye gözüküyor, mahalledekiler gelişini protesto için ıslık teneke çalıyor ama o yüzsüz olduğundan umursamıyor, boşa nefes tüketiyor millet o kendi bildiğinde. mahalli de yavaş yavaş o gelince bizim protestomuza alıştı, ama kimi protesto ettiğimizi bilemediklerinden ve durup dururken birden bağırdığımızı görünce bazıları gene dellendiler demeyi ihmal etmiyorlar, çünkü ortalık süt liman bir sadelikte giderken bir bakıyorsunuz onca yaşta torun tosun sahibi insanlar onu gördümü birden ayağa fırlayıp alabildiğince alkış ve ıslık temposuna, hatta benim gibi bir adam bile teneke olukları döverek mahallemizden bir an önce gitmesini istiyoruz. oda zaten bizi sevmemiş olacak ki yada başka yerde randevusu da olabilir, acele ile bir iki dakika uğrayıp kuşçuları diken üstüne tuttuktan sonra geldiği yere doğru hızlıcana gidiyor. Hersene tepenin yan tarafında Siyamigilin o tarafa giderdi, alış verişini orada yapar en iyi kuşu alır götürür sahiplerine de boş havayı bırakırdı, insanlar nasıl kızmasın onca emek ve zahmetle besleyip uçurdukları kuşun vatandaşın gelip alması karşısında ellerinin kollarının böyle bağlanmış olması karşısında. çaresizlik içinde nefes tüketmekten başka bir şey gelmemesinin üzüntüsünü yaşıyordu, herkes ona bir o kadar sinir nefret ediyor, ama bir o kadar heybet ve ihtişamı karşısında hayranlıkta duymuyor deyildi. yıllarca adını yanlış biliyormuşuz hiç bize benim adım bu dememe di, bizde ağız alışkanlığı ile ona hep aynı isimle seslendik, gün geldi yavaş yavaş onu tanımaya başladık yüzü artık tanıdıktı, 1990 lara kadar ben onun ortalıkta dolandığını pek görmedim, beklide Ankara’da işi yoktu gelmiyordu, yada yeni mekan paylaştı artık burası da benim bölgem demeye başladı. adını bazı yerlerde duyduk, oradaki arkadaşlar başlarını gelenleri anlatınca bize hikaye gibi gelip olur böyle şeyler ne yapacaksınız diye moral vermeye çalışırken, nerden bilelim bu belalının bizimde mahalleyi mesken tutacağını, bizi kuşçuluktan soğutacağını, artık onun geliş gidiş saatlerini de bilmiyoruz, işi gücü yok ne olacak ne zaman kuşları uçursak on dakika geçmiyor, nerden geliyorsun nerden çıkıyorsun mübarek bir hışım bütün kuşları önüne bir katıyor, havada 20 kuş uçarken bir iki saniyede havayı tertemiz ediyor, eğer havada kalmaya inat edende olursa biraz öteye gidip öyle bir hışımla onun üstüne kendini atıyor ki, insan gözüne bile bir hayal gibi geliyor, yok diyorsun bu kadar hızlı hareket edemez mübarek jet motorumu var o kadar hıza nasıl o refleks yapıyorsun, geçen seneye kadar Siyamigilin oraya takıyordu ama oralara binalar girip, evlerin çoğuda yıkılınca, oradaki kuşçular başka yerlere taşınmaya başladı, meydanda bizim mahalleye kaldı, oda hükmünü apatman yerlerinde sürdüremediğinden eski gecekondu kabadayısı olacak ki bizim mahalleyi artık mesken tuttu, her kuş uçuruşumuzda geliyor bizden onca lafı yiyorda gene utanmıyor, artık kuşta uçuramıyoruz her an çıkar diye, her gün sabah erken uçururdum, onu görmezdim, artık ne sabah ne akşam kuş uçurmamızada izin vermiyor, bundan en çok benim havaya atıpta zaten uçmak istemeyen kargalarım seviniyor, ben uçurmadıkça onlarda veryansın yeme dayanıyorlar. elimiz kolumuz bağlı bir sonraki kişi biz olmamak için kuşları artık toplu kaldırıyoruz, toplu kuşta hedefi dağılıyor, yakalama şansı azalıyor, ama tek uçan kuşun şansı yok, onun öz geçmişini okuyorum en aktif olduğu saatler sabah ve akşam diyor, ama bizimki sabah akşam aktif , öğlen geldimi hiç affı yok, muhakkak ayağına takıp götürüyor. adına atmaca diyorduk, meğersem gök doğanmış, atmacalar artık serçelerle uğraşıyor, arada bir kumrular, ama bu gök doğan adına yakışır bir güzellikte bir uğrayıp işi varmış gibi hiç durmadan geri gidiyor, birkaç dakika sonra sanki bir şey unutmuş gibi tekrar geliyor gene ortalığı bir afet bölgesine çevirip gene gidiyor, zaten işten güçten geç geliyoruz, sabah ve akşam birkaç dakikalık vaktimiz var, yaz geldimi de birde başımıza bu çıkınca kuş uçurmanın ve oynatmanın ne kadar zor olduğunu iyi anlıyoruz, bu durumlarda kuş başlatmak kolay değil ama uzaktan bakanlara da bir şey diyemiyorsunuz bir kanatlı hayvanın onca kuşçuyu dize getirdiğini.
Cumartesi sabah mahallede herkes uyurken bende serinlik ve sakinken kalabalığa gelmeden erkenden kuşları uçurayım diyorum, elimde uçan iki yavruyu geçenlerde kaybettikten sonra yeni yeni onların peşine büyüyüp kaldırdığım üç yavru havada kanat çırpıp takla aşmaya çalışıyorlar, önceleri kuşlar tellerin altında uçarken taklayı çevirdikten sonra bir değişme başladı artık benim yerden bez sallamama gerek kalmadı onlar yükseklere hatta bulutlara çıkmaya başladıklar, yavru kuşun en güzel dönemleri havada böyle zıplayıp bir iki takla atarken görmek, seyretmek. yavrular on-on beş dakika kadar bulutta uçup bir iki zıplayıp takla aştıktan sonra alçalmaya evin etrafında dolanmaya başladılar, yoruldukları hallerinden belli bende balkonda yerde kalanlara bakıyorum uçan yavruların çatıya hızla konuşunu görünce gayri iradi ne oluyor diye baktım, o anda Gökdoğanın benim yavruları sıyırıp, kuşların yanındaki Yusufun boz erkeğini 5 metre ötemde bulunan iki evin arasındaki ağaçların içine soktu, kuşu alamayınca durmadan bir iki saniyede Ankara kalesine doğru 50-100 metre kadar uzaklaşıp bir daire çizdi, bizim kuşları unutu, o sırada tepenin altında terasta kuş uçuran Uğurun havadaki iki beyazını gördü, yönünü onlara çevirdi kanat kuyruğunu birleştirip öyle bir dalışa geçtiki insan gözüyle takip edemiyor, o muhteşem anı seyretmek ayrı bir güzel oluyor, nitekim olan bitenden haberi olmayan ve havada neşeli neşeli kanat saklata şaklata uçan iki beyazın onu görmesi mümkün değil ben kesin aldı diye düşünüyorum ama birkaç metre kala kuşlar onu fark ediyor, hemen dağılıyorlar, beyazın teki kendini bir tarafa atarken Gökdoğan dalışa geçtiği biri ile birlikte sarmaş dolaş evlerin arasında gözden kayboluyor, kesin aldı diyorum. on dakika sonra havada beyaz ikileşince almadığı anlaşılıyor. Yarım saat kadar sonra Yusuf yola çıkıp sağa sola bakıyor, bozunu arıyor, işaret ediyorum bizim kapının önündeki yeri göstererek, aşağıdan gelirken şaka yollu ne yalaka kuşun varmış iki takla aştı bak sağa sola konuyor diyorum, Yusuf gülüyor her zamanki olgunluğu ile “he abi ya, yalaka geçen atmaca saldırınca yandaki çatıya konmaya başladı ama böyle kaybolmazdı dedi, güldüm yok yok dedim gökdoğan saldırdı, alt bahçenin içine girdiler ama boş çıktı, çatıya çık bak dedim bizm evin karşısına düşen yolun kenarındaki evlerin çoğu boş tepenin altına doğru olanlarda yıkılmaya başlandı, yeşil alan çalışması nedeniyle, bende altta bahçeye giriyorum bu sene bereketten dolayı otlar bir metreyi geçkin kuşu görmek mümkün değil, otların arasında ağaçların dallarına bakıyoruz göremiyoruz, biraz zaman geçiyor bir kanat sesi geliyor, tekrar bahçeye girip arıyoruz, o sıra Yusuf kuşu görüyor tamam abi kalkmış diyor. Aradan bir saat geçmişti ki işyerimden arkadaşım Cemal geliyor oğlu Sedat’la birlikte, küçük oğlanı Umut, Başkent lisesinde ehliyet sınavına girmiş, yer yakın olduğundan çıkana kadar bana uğramışlar, hoş sohbet ediyoruz, atmacadan bahsediyorum bize rahat vermiyor birde bu çıktı daha iki saat kadar önce saldırdı diye. bir süre sonra sağıma soluma bakıyorum atmaca ortalıkta gözükmüyor, havada çok güzel, kuşçu adam hafta sonu kuş uçurmadan durabilir mi? duramaz bende duramıyorum iki yavruyu tekrar kaldırıyorum. yavrular sabahki korkuları uçuşlarından belli her zaman kanat sallamaya dermanı olmayan iki yavru füze gibi uçuyorlar ama Doğan yok zaten genelde öğlen geliyor alıyor o yüzden biraz rahatım, sohbetin bir esnasında Cemal yavrular gözükmüyor diyor, oturduğumuz saçağın altından kafamı kaldırıp bakıyorum bulutta gözükmüyorlar, ayağa kalkıp Altmışevler tarafına baktığımda bizim bozkirliperçem yavrunun 100 metre kadar ileride fışkırdığını hem de bir metre yanından Gökdoğanın döndüğünü görüyorum, hayvan demek ki, fışkırınca kurtulmuş, o sıra gökkırkanat yavru çatıların altından öyle bir hızlı uçuyor ki doğanın ona yetişmesi mümkün değil, gökdoğan ters döneceğine öbür taratan dönse yavruyu dut gibi alacak, yavru korkudan önünde fışkırıyor, kuşun gözünün yavruda olduğunu taa evden görüyorum, hedefi belirliyor, on metre kadar önündeki bozkirli perçem yavruya tekrar dalışa geçiyor, eyvah diyorum önüne katınca affetmez yakalar, evlerin arasında bir it dalaşı oluyor, gene eli boş çıkıyor yavru kendini çatıya atmasıyla kümesin içine kaçması bir oluyor, Gökdoğan bu arada boş durmuyor, yönünü başka tarafa çeviriyor benim göremediğim bir noktaya dalışa geçiyor, birazdan ortalık sakin Gökkırkanat yavru yok, demek ki, gökkırkanat yavruya saldırmış, yavruyu herhalde aldı,
Cemal kuş kaldırma demedim mi diyor.
Bir saat sonra Yusuf arıyor abi kırkanat seninmi diye, bakıyorum onun orada kuşları ile uçuyor eve gelmiyor, onun kuşlarla birlikte oraya iniyor, Yusuf kaldırıyor pırıltı verecek kuş yok hayvanları ne kadar pırıltı vermek için korkuttuksa köşelere saklanmışlar elim yetişmiyor, yavrunun tekini kaldırıyorum, Yusufa’da atmaca gene saldırdı diyorum.
Yapma be abi? diyor bu ne ya kaç gündür kuş uçurtmuyor bize.
pazar sabahı saat 7 benim yavrular tekrar havada buluttalar ama artık temkinliyim fotoğraf makinesi yanımda bir yerde görürsem kameraya çekmeye çalışacağım, kuşçuluğu unuttuk belgesel yanımız ağır bastı, geçen yıl mı ne Yaban Tv de köyün birinde domuz avı seyrediyorum, öyle bir an geliyor ki; domuzlardan bir kaçı bizim Ttv’nin avcısı ile kameramanın yakınlarından geçince kameraman kamarayı unutup domuzların peşine gidiyor, muhabir gülmekten kırılıyor, bizim belgeselciliğimiz bu kadar olur diye, avı çekeceğiz ama kameramanda çekmeyi unutup avcı olduğunu hatırlayınca, olayı kaçırdık, çekemedik diyor, inşallah benimkide o hesap olmaz, kuşlar uçuyor elimde bir belgeselci edasıyla fotoğraf makinesi her an Doğan gelip kuşlara saldırırsa videoya çekeceğim, on dakika geçiyor gelmiyor on beş dakika geçiyor gelmiyor. bu arada kuşlarda alçalıp evin üstünde uçmaya inmeye çalışıyorlar, bende kendi derdindeyim atmacayı unutuyorum, birden evin üstünde iki yavrunun refleks yapıp hızla dalışa geçtiklerini görüyorum, kafamı kaldırdığımda ortalarından Doğan sıyrılıp gidiyor, o sıra video çekimi devam ediyor, şokla atmaca kuşlara saldırdı diyorum, kuşlara saldıran o değilmiş gibi Doğan karşıya doğru arkasına bakmadan gidiyor, ilk saldırıyı kuşlar atlatıyorlar ama panikle dağılıp kendilerini yükseğe çekmeye çalışıyorlar, yükseğe çıkma kuş için her zaman tehlikedir, şansı azalır, deminki domuz avındaki kameraman hesabı kameramanlığı unutup kuşçuluğum aklıma geliyor, zaten elimde uçan son üç yavrunun başına bir şey gelmesin istiyorum, ben daha kümese eğilmeden 50 metre kadar ileriye gidip dönüyor, bizim mahallede komşumuz ve çocukluk arkadaşım Emrullah var, bir Anadol pikabı var memlekette arasanız o kadar eskisini bulamazsınız, Anadol pikabı ile bizim evin yanına gelince durur biraz yukarıya doğru onların evine giden yol var, yokuş yukarı yola bakarak gaz vermeye başlar ortalığı bir ses cumbuşu alır, sonra birden araba yaydan boşanmış gibi ileri fırlar buda öyle, Doğan ilk hamlesi, boşa çıkınca lunaparklardaki sallanan kayıklar gibi hafif yukarı ya doğru yaylanıp yönünü tekrar çeviriyor, sanki atını kırbaçlamış bir şovelye edasıyla hızla tekrar geliyor, o şokla ben kişt mişst diyorum ama beni duyacak gibi değil, oldum olası kuşçuların yüz karasıyım, ömrüm boyunca fırt fırt demekten öte gidemedim çaldığım ıslığı kendim bile duyamıyorum, o saldırınca ancak gölgesine sığındığım teneke saçağa elimle vurup dikkatini dağıtmak istiyorum, ama o hedefine kilitlenmiş, bozkirliperçem yavruya hızla yetişip dalıyor, evin beş metre kadar önünde bir refleks savaşı sürüyor, kuş ikinci saldırıyı da atlatıyor demeye kalmıyor dönüyor boz yavruya saldırıyor, bu arada benim elimde kamera onlara doğru çekim yapıyorum, andrenalim son derece yükselmiş kimseyi göremiyorum, bir taratan elimdeki kuşları kurtarmak bir taraftan da çekim yapmak istiyorum, elim kamerada o kuşlara saldırıyor ben kamerayı onların bu kaçış kovalamacasına çeviriyorum, bir iki saniye sonra kendime geliyorum başlarım çekimine diyorum, benim kuşlardan önemlimi o heyecanla kümese dalıyorum, mübarek biriniz dışarı çıkın yok dar olan kapıdan girmek isterken kafamı vuruyorum, onun acısını şimdi düşünemem, önüme gelen ilk kuşu tuttuğum gibi çatıya atıyorum. korkudan yükselen yavrunun teki kendini taş gibi çatıya atıyor, kümese giriyorum bir tane daha çatıya kuş atayım diye bir tane kuş bulmak mümkün değil hepsi damızlık kanatsız, sitem ediyorum kendime uçurmadığım beyaz yavruyu alıp çatıya fırlatıyorum, boz yavruda füze gibi gelip kendini nerdeyse bana vuracak şekilde önümde balkon demirine atıyor, gök kırkanat yavru gene yok, tüh diyorum demin ben kümeste bir dakika kadar oyalanınca onu aldı herhalde diyorum. sağa sola bakıyorum yok, gitti yavru diye üzülüyorum.
bir on dakika sessizlik oluyor, mahalle Pazar sabahı dinginliğinde herkes uyuyor bir ben ve kuşlarım dışarıda bir kaçta inatçı yabani onlar yolda kumrulara attığım yemleri kapma yarışındalar, 50 metre kadar ilerde Volkan olanlardan habersiz kuşları kaldırıyor, hemen kamerayı elime alıyorum başlıyorum çekmeye eh ben rahatladım. şimdi filmi sorunsuz çekebilirim, insanın başına geleni çabuk unutup başkasının başına geleceği rahat tavırla seyretmesi biraz garibime gitse de, bizde bu kervana katılıp olacakları bekliyoruz, kuşlar beş dakika kadar uçuyor uçmuyor derken bir köpek balığı sessizliğinde gelen gök doğanı fark ediyorum, kuşlar Volkanın kümesin tam üstündeyken dağılıyorlar, Gökdoğan ilk hamlede gene boş çekti, 50 metre kadar ilerden yay çizip dönüyor hedef gene kuşlar ben kamerada saldırıyor saldırıyor sesiyle çekime devam ediyorum olanca hızıyla kuşlara dalıyor, kuşlar kendini sağa sola ağaçlara atıyor, eli boş hiç arkasına bakmadan çekip gidiyor, buradan ekmek çıkmayacağı belli, evin balkonundan Saimekadına, Abidinpaşaya doğru bakıyorum tepenin altında onlarca kuş uçuyor ama nedense onlara gitmiyor, yada ben gitmiyor sanıyorum. bir heves eve gidip çektiğim filme bakmak istiyorum, filmi seyrediyorum kuşlar uçarken atmacanın kuşların içinden önüm sıra giderken kuşlara saldırdı diye söyleniyorum. sonradan yakını göremez oldum, bu nedenle de çekim yaparken fotoğraf makinesinden ne çektiğimi pek göremiyorum, o yüzdende tahmini olarak bir yöne tutuyorum. bu nedenle tam bir çekim olmamış, acemilik işte kuşun öbür taraftan dönüp tekrar evin 5 metre kadar önünde kuşlara dalışı bir ona bir öbürüne pike yapıp kovalayışı yaklaşık bir dakikalık zaman içinde birkaç saniyede olsa kameraya takılıyor o bir iki karede olsa Gökdoğanın evin önündeki kuşlarla dalışını çekmenin mutluluğunu yaşıyorum her ne kadar fotoğraf makinesinin çekimi bozuk ve kalitesiz olsada, Volkanın kuşlara saldırışı ise tam kamerada ama uzaktan çekim olduğundan nokta gibi gözüküyor, bu arada evdeki bilgisayarın gene ses düzenini bozduğumdan sessiz film gibi izliyorum, kırk yılda bir enstantene çekelim dedik oda bizim acemiliğimize geldi, birkaç gün sabah kuş uçurmamaya karar veriyorum, akşamları uçuracağım, yoksa onla inada gelmiyor,bir iki derken üçüncüde boş geçmez biliyorum, kuşlar uçmaya dermanları yokmuş gibi kanat sallıyorlardı ve takla atmıyordu şimdi iyi tarafı havada bir füze gibi uçuyorlar, değişmeyen tek şey ise eskiden ayda yılda bir takla aşarlardı birkaç gündür o taklayı da unuttular, hiç olmazsa bu sefer haklı bir nedenim oldu.
Bu arada şununda farkına vardım, insanlar başkasının başına gelen felaketi sessizce seyredip, kayıtsız kalırken, aynı olay kendi başına geldi mi hiçde öyle sessiz ve kayıtsız kalınmıyormuş.
Saygılarımla.