Geyik Muhabbeti (Atış Serbest)

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan cengiz_demirci
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
  • Cevaplar Cevaplar 168
  • Görüntüleme Görüntüleme 35K
Abi iyi strese girmiyorsun. Benim kuşlar böyle yapsa stresin babasını yaşarım. Gerçi giden kuşun arkasından üzülmek yanlış ama yaşattığı stres de yanımıza kar kalıyor. Saygılarımla...
 
Misafirliğini hiç sevmem, hoş sohbet biri değil. uzun zamandır gelmiyordu, birinden yüzmü buldu ne mahalleye bir geldi bir haftadır gitmek bilmiyor, bir şeyler söylüyoruz duymamazlıktan geliyor, yada bizi umursamıyor eti ne butu ne hesabında, içten içe kızıyoruz, hatta bazen yüzüne karşıda dünyanın lafını ediyoruz ama o bize musallat olmaya gene başladı, küslük müslükte bilmiyor, git kardeşim başka yerin mi yok, başka kapıya diyorsun, yok bu kapı benim ekmek kapım diyor, buradan çok ekmek yiyeceğime benziyor, haksızda değil mahallede onca kuşçu var herkes işten yaklaşık aynı saatte geliyor, ve birbirlerini bekliyor kim kuş kaldırırsa herkeste kaldırıyor, tamamen psikolojik bir olay oldu mahallede, eee toplu kuş uçurunca da, oda kuşa meraklı hemen damlıyor geliyor, bari geldin bir yerde dur biraz seyret, hiç umursamıyor, uzaktan bir geliyor, bir iki saniye gözüküyor, mahalledekiler gelişini protesto için ıslık teneke çalıyor ama o yüzsüz olduğundan umursamıyor, boşa nefes tüketiyor millet o kendi bildiğinde. mahalli de yavaş yavaş o gelince bizim protestomuza alıştı, ama kimi protesto ettiğimizi bilemediklerinden ve durup dururken birden bağırdığımızı görünce bazıları gene dellendiler demeyi ihmal etmiyorlar, çünkü ortalık süt liman bir sadelikte giderken bir bakıyorsunuz onca yaşta torun tosun sahibi insanlar onu gördümü birden ayağa fırlayıp alabildiğince alkış ve ıslık temposuna, hatta benim gibi bir adam bile teneke olukları döverek mahallemizden bir an önce gitmesini istiyoruz. oda zaten bizi sevmemiş olacak ki yada başka yerde randevusu da olabilir, acele ile bir iki dakika uğrayıp kuşçuları diken üstüne tuttuktan sonra geldiği yere doğru hızlıcana gidiyor. Hersene tepenin yan tarafında Siyamigilin o tarafa giderdi, alış verişini orada yapar en iyi kuşu alır götürür sahiplerine de boş havayı bırakırdı, insanlar nasıl kızmasın onca emek ve zahmetle besleyip uçurdukları kuşun vatandaşın gelip alması karşısında ellerinin kollarının böyle bağlanmış olması karşısında. çaresizlik içinde nefes tüketmekten başka bir şey gelmemesinin üzüntüsünü yaşıyordu, herkes ona bir o kadar sinir nefret ediyor, ama bir o kadar heybet ve ihtişamı karşısında hayranlıkta duymuyor deyildi. yıllarca adını yanlış biliyormuşuz hiç bize benim adım bu dememe di, bizde ağız alışkanlığı ile ona hep aynı isimle seslendik, gün geldi yavaş yavaş onu tanımaya başladık yüzü artık tanıdıktı, 1990 lara kadar ben onun ortalıkta dolandığını pek görmedim, beklide Ankara’da işi yoktu gelmiyordu, yada yeni mekan paylaştı artık burası da benim bölgem demeye başladı. adını bazı yerlerde duyduk, oradaki arkadaşlar başlarını gelenleri anlatınca bize hikaye gibi gelip olur böyle şeyler ne yapacaksınız diye moral vermeye çalışırken, nerden bilelim bu belalının bizimde mahalleyi mesken tutacağını, bizi kuşçuluktan soğutacağını, artık onun geliş gidiş saatlerini de bilmiyoruz, işi gücü yok ne olacak ne zaman kuşları uçursak on dakika geçmiyor, nerden geliyorsun nerden çıkıyorsun mübarek bir hışım bütün kuşları önüne bir katıyor, havada 20 kuş uçarken bir iki saniyede havayı tertemiz ediyor, eğer havada kalmaya inat edende olursa biraz öteye gidip öyle bir hışımla onun üstüne kendini atıyor ki, insan gözüne bile bir hayal gibi geliyor, yok diyorsun bu kadar hızlı hareket edemez mübarek jet motorumu var o kadar hıza nasıl o refleks yapıyorsun, geçen seneye kadar Siyamigilin oraya takıyordu ama oralara binalar girip, evlerin çoğuda yıkılınca, oradaki kuşçular başka yerlere taşınmaya başladı, meydanda bizim mahalleye kaldı, oda hükmünü apatman yerlerinde sürdüremediğinden eski gecekondu kabadayısı olacak ki bizim mahalleyi artık mesken tuttu, her kuş uçuruşumuzda geliyor bizden onca lafı yiyorda gene utanmıyor, artık kuşta uçuramıyoruz her an çıkar diye, her gün sabah erken uçururdum, onu görmezdim, artık ne sabah ne akşam kuş uçurmamızada izin vermiyor, bundan en çok benim havaya atıpta zaten uçmak istemeyen kargalarım seviniyor, ben uçurmadıkça onlarda veryansın yeme dayanıyorlar. elimiz kolumuz bağlı bir sonraki kişi biz olmamak için kuşları artık toplu kaldırıyoruz, toplu kuşta hedefi dağılıyor, yakalama şansı azalıyor, ama tek uçan kuşun şansı yok, onun öz geçmişini okuyorum en aktif olduğu saatler sabah ve akşam diyor, ama bizimki sabah akşam aktif , öğlen geldimi hiç affı yok, muhakkak ayağına takıp götürüyor. adına atmaca diyorduk, meğersem gök doğanmış, atmacalar artık serçelerle uğraşıyor, arada bir kumrular, ama bu gök doğan adına yakışır bir güzellikte bir uğrayıp işi varmış gibi hiç durmadan geri gidiyor, birkaç dakika sonra sanki bir şey unutmuş gibi tekrar geliyor gene ortalığı bir afet bölgesine çevirip gene gidiyor, zaten işten güçten geç geliyoruz, sabah ve akşam birkaç dakikalık vaktimiz var, yaz geldimi de birde başımıza bu çıkınca kuş uçurmanın ve oynatmanın ne kadar zor olduğunu iyi anlıyoruz, bu durumlarda kuş başlatmak kolay değil ama uzaktan bakanlara da bir şey diyemiyorsunuz bir kanatlı hayvanın onca kuşçuyu dize getirdiğini.
Cumartesi sabah mahallede herkes uyurken bende serinlik ve sakinken kalabalığa gelmeden erkenden kuşları uçurayım diyorum, elimde uçan iki yavruyu geçenlerde kaybettikten sonra yeni yeni onların peşine büyüyüp kaldırdığım üç yavru havada kanat çırpıp takla aşmaya çalışıyorlar, önceleri kuşlar tellerin altında uçarken taklayı çevirdikten sonra bir değişme başladı artık benim yerden bez sallamama gerek kalmadı onlar yükseklere hatta bulutlara çıkmaya başladıklar, yavru kuşun en güzel dönemleri havada böyle zıplayıp bir iki takla atarken görmek, seyretmek. yavrular on-on beş dakika kadar bulutta uçup bir iki zıplayıp takla aştıktan sonra alçalmaya evin etrafında dolanmaya başladılar, yoruldukları hallerinden belli bende balkonda yerde kalanlara bakıyorum uçan yavruların çatıya hızla konuşunu görünce gayri iradi ne oluyor diye baktım, o anda Gökdoğanın benim yavruları sıyırıp, kuşların yanındaki Yusufun boz erkeğini 5 metre ötemde bulunan iki evin arasındaki ağaçların içine soktu, kuşu alamayınca durmadan bir iki saniyede Ankara kalesine doğru 50-100 metre kadar uzaklaşıp bir daire çizdi, bizim kuşları unutu, o sırada tepenin altında terasta kuş uçuran Uğurun havadaki iki beyazını gördü, yönünü onlara çevirdi kanat kuyruğunu birleştirip öyle bir dalışa geçtiki insan gözüyle takip edemiyor, o muhteşem anı seyretmek ayrı bir güzel oluyor, nitekim olan bitenden haberi olmayan ve havada neşeli neşeli kanat saklata şaklata uçan iki beyazın onu görmesi mümkün değil ben kesin aldı diye düşünüyorum ama birkaç metre kala kuşlar onu fark ediyor, hemen dağılıyorlar, beyazın teki kendini bir tarafa atarken Gökdoğan dalışa geçtiği biri ile birlikte sarmaş dolaş evlerin arasında gözden kayboluyor, kesin aldı diyorum. on dakika sonra havada beyaz ikileşince almadığı anlaşılıyor. Yarım saat kadar sonra Yusuf yola çıkıp sağa sola bakıyor, bozunu arıyor, işaret ediyorum bizim kapının önündeki yeri göstererek, aşağıdan gelirken şaka yollu ne yalaka kuşun varmış iki takla aştı bak sağa sola konuyor diyorum, Yusuf gülüyor her zamanki olgunluğu ile “he abi ya, yalaka geçen atmaca saldırınca yandaki çatıya konmaya başladı ama böyle kaybolmazdı dedi, güldüm yok yok dedim gökdoğan saldırdı, alt bahçenin içine girdiler ama boş çıktı, çatıya çık bak dedim bizm evin karşısına düşen yolun kenarındaki evlerin çoğu boş tepenin altına doğru olanlarda yıkılmaya başlandı, yeşil alan çalışması nedeniyle, bende altta bahçeye giriyorum bu sene bereketten dolayı otlar bir metreyi geçkin kuşu görmek mümkün değil, otların arasında ağaçların dallarına bakıyoruz göremiyoruz, biraz zaman geçiyor bir kanat sesi geliyor, tekrar bahçeye girip arıyoruz, o sıra Yusuf kuşu görüyor tamam abi kalkmış diyor. Aradan bir saat geçmişti ki işyerimden arkadaşım Cemal geliyor oğlu Sedat’la birlikte, küçük oğlanı Umut, Başkent lisesinde ehliyet sınavına girmiş, yer yakın olduğundan çıkana kadar bana uğramışlar, hoş sohbet ediyoruz, atmacadan bahsediyorum bize rahat vermiyor birde bu çıktı daha iki saat kadar önce saldırdı diye. bir süre sonra sağıma soluma bakıyorum atmaca ortalıkta gözükmüyor, havada çok güzel, kuşçu adam hafta sonu kuş uçurmadan durabilir mi? duramaz bende duramıyorum iki yavruyu tekrar kaldırıyorum. yavrular sabahki korkuları uçuşlarından belli her zaman kanat sallamaya dermanı olmayan iki yavru füze gibi uçuyorlar ama Doğan yok zaten genelde öğlen geliyor alıyor o yüzden biraz rahatım, sohbetin bir esnasında Cemal yavrular gözükmüyor diyor, oturduğumuz saçağın altından kafamı kaldırıp bakıyorum bulutta gözükmüyorlar, ayağa kalkıp Altmışevler tarafına baktığımda bizim bozkirliperçem yavrunun 100 metre kadar ileride fışkırdığını hem de bir metre yanından Gökdoğanın döndüğünü görüyorum, hayvan demek ki, fışkırınca kurtulmuş, o sıra gökkırkanat yavru çatıların altından öyle bir hızlı uçuyor ki doğanın ona yetişmesi mümkün değil, gökdoğan ters döneceğine öbür taratan dönse yavruyu dut gibi alacak, yavru korkudan önünde fışkırıyor, kuşun gözünün yavruda olduğunu taa evden görüyorum, hedefi belirliyor, on metre kadar önündeki bozkirli perçem yavruya tekrar dalışa geçiyor, eyvah diyorum önüne katınca affetmez yakalar, evlerin arasında bir it dalaşı oluyor, gene eli boş çıkıyor yavru kendini çatıya atmasıyla kümesin içine kaçması bir oluyor, Gökdoğan bu arada boş durmuyor, yönünü başka tarafa çeviriyor benim göremediğim bir noktaya dalışa geçiyor, birazdan ortalık sakin Gökkırkanat yavru yok, demek ki, gökkırkanat yavruya saldırmış, yavruyu herhalde aldı,
Cemal kuş kaldırma demedim mi diyor.
Bir saat sonra Yusuf arıyor abi kırkanat seninmi diye, bakıyorum onun orada kuşları ile uçuyor eve gelmiyor, onun kuşlarla birlikte oraya iniyor, Yusuf kaldırıyor pırıltı verecek kuş yok hayvanları ne kadar pırıltı vermek için korkuttuksa köşelere saklanmışlar elim yetişmiyor, yavrunun tekini kaldırıyorum, Yusufa’da atmaca gene saldırdı diyorum.
Yapma be abi? diyor bu ne ya kaç gündür kuş uçurtmuyor bize.
pazar sabahı saat 7 benim yavrular tekrar havada buluttalar ama artık temkinliyim fotoğraf makinesi yanımda bir yerde görürsem kameraya çekmeye çalışacağım, kuşçuluğu unuttuk belgesel yanımız ağır bastı, geçen yıl mı ne Yaban Tv de köyün birinde domuz avı seyrediyorum, öyle bir an geliyor ki; domuzlardan bir kaçı bizim Ttv’nin avcısı ile kameramanın yakınlarından geçince kameraman kamarayı unutup domuzların peşine gidiyor, muhabir gülmekten kırılıyor, bizim belgeselciliğimiz bu kadar olur diye, avı çekeceğiz ama kameramanda çekmeyi unutup avcı olduğunu hatırlayınca, olayı kaçırdık, çekemedik diyor, inşallah benimkide o hesap olmaz, kuşlar uçuyor elimde bir belgeselci edasıyla fotoğraf makinesi her an Doğan gelip kuşlara saldırırsa videoya çekeceğim, on dakika geçiyor gelmiyor on beş dakika geçiyor gelmiyor. bu arada kuşlarda alçalıp evin üstünde uçmaya inmeye çalışıyorlar, bende kendi derdindeyim atmacayı unutuyorum, birden evin üstünde iki yavrunun refleks yapıp hızla dalışa geçtiklerini görüyorum, kafamı kaldırdığımda ortalarından Doğan sıyrılıp gidiyor, o sıra video çekimi devam ediyor, şokla atmaca kuşlara saldırdı diyorum, kuşlara saldıran o değilmiş gibi Doğan karşıya doğru arkasına bakmadan gidiyor, ilk saldırıyı kuşlar atlatıyorlar ama panikle dağılıp kendilerini yükseğe çekmeye çalışıyorlar, yükseğe çıkma kuş için her zaman tehlikedir, şansı azalır, deminki domuz avındaki kameraman hesabı kameramanlığı unutup kuşçuluğum aklıma geliyor, zaten elimde uçan son üç yavrunun başına bir şey gelmesin istiyorum, ben daha kümese eğilmeden 50 metre kadar ileriye gidip dönüyor, bizim mahallede komşumuz ve çocukluk arkadaşım Emrullah var, bir Anadol pikabı var memlekette arasanız o kadar eskisini bulamazsınız, Anadol pikabı ile bizim evin yanına gelince durur biraz yukarıya doğru onların evine giden yol var, yokuş yukarı yola bakarak gaz vermeye başlar ortalığı bir ses cumbuşu alır, sonra birden araba yaydan boşanmış gibi ileri fırlar buda öyle, Doğan ilk hamlesi, boşa çıkınca lunaparklardaki sallanan kayıklar gibi hafif yukarı ya doğru yaylanıp yönünü tekrar çeviriyor, sanki atını kırbaçlamış bir şovelye edasıyla hızla tekrar geliyor, o şokla ben kişt mişst diyorum ama beni duyacak gibi değil, oldum olası kuşçuların yüz karasıyım, ömrüm boyunca fırt fırt demekten öte gidemedim çaldığım ıslığı kendim bile duyamıyorum, o saldırınca ancak gölgesine sığındığım teneke saçağa elimle vurup dikkatini dağıtmak istiyorum, ama o hedefine kilitlenmiş, bozkirliperçem yavruya hızla yetişip dalıyor, evin beş metre kadar önünde bir refleks savaşı sürüyor, kuş ikinci saldırıyı da atlatıyor demeye kalmıyor dönüyor boz yavruya saldırıyor, bu arada benim elimde kamera onlara doğru çekim yapıyorum, andrenalim son derece yükselmiş kimseyi göremiyorum, bir taratan elimdeki kuşları kurtarmak bir taraftan da çekim yapmak istiyorum, elim kamerada o kuşlara saldırıyor ben kamerayı onların bu kaçış kovalamacasına çeviriyorum, bir iki saniye sonra kendime geliyorum başlarım çekimine diyorum, benim kuşlardan önemlimi o heyecanla kümese dalıyorum, mübarek biriniz dışarı çıkın yok dar olan kapıdan girmek isterken kafamı vuruyorum, onun acısını şimdi düşünemem, önüme gelen ilk kuşu tuttuğum gibi çatıya atıyorum. korkudan yükselen yavrunun teki kendini taş gibi çatıya atıyor, kümese giriyorum bir tane daha çatıya kuş atayım diye bir tane kuş bulmak mümkün değil hepsi damızlık kanatsız, sitem ediyorum kendime uçurmadığım beyaz yavruyu alıp çatıya fırlatıyorum, boz yavruda füze gibi gelip kendini nerdeyse bana vuracak şekilde önümde balkon demirine atıyor, gök kırkanat yavru gene yok, tüh diyorum demin ben kümeste bir dakika kadar oyalanınca onu aldı herhalde diyorum. sağa sola bakıyorum yok, gitti yavru diye üzülüyorum.
bir on dakika sessizlik oluyor, mahalle Pazar sabahı dinginliğinde herkes uyuyor bir ben ve kuşlarım dışarıda bir kaçta inatçı yabani onlar yolda kumrulara attığım yemleri kapma yarışındalar, 50 metre kadar ilerde Volkan olanlardan habersiz kuşları kaldırıyor, hemen kamerayı elime alıyorum başlıyorum çekmeye eh ben rahatladım. şimdi filmi sorunsuz çekebilirim, insanın başına geleni çabuk unutup başkasının başına geleceği rahat tavırla seyretmesi biraz garibime gitse de, bizde bu kervana katılıp olacakları bekliyoruz, kuşlar beş dakika kadar uçuyor uçmuyor derken bir köpek balığı sessizliğinde gelen gök doğanı fark ediyorum, kuşlar Volkanın kümesin tam üstündeyken dağılıyorlar, Gökdoğan ilk hamlede gene boş çekti, 50 metre kadar ilerden yay çizip dönüyor hedef gene kuşlar ben kamerada saldırıyor saldırıyor sesiyle çekime devam ediyorum olanca hızıyla kuşlara dalıyor, kuşlar kendini sağa sola ağaçlara atıyor, eli boş hiç arkasına bakmadan çekip gidiyor, buradan ekmek çıkmayacağı belli, evin balkonundan Saimekadına, Abidinpaşaya doğru bakıyorum tepenin altında onlarca kuş uçuyor ama nedense onlara gitmiyor, yada ben gitmiyor sanıyorum. bir heves eve gidip çektiğim filme bakmak istiyorum, filmi seyrediyorum kuşlar uçarken atmacanın kuşların içinden önüm sıra giderken kuşlara saldırdı diye söyleniyorum. sonradan yakını göremez oldum, bu nedenle de çekim yaparken fotoğraf makinesinden ne çektiğimi pek göremiyorum, o yüzdende tahmini olarak bir yöne tutuyorum. bu nedenle tam bir çekim olmamış, acemilik işte kuşun öbür taraftan dönüp tekrar evin 5 metre kadar önünde kuşlara dalışı bir ona bir öbürüne pike yapıp kovalayışı yaklaşık bir dakikalık zaman içinde birkaç saniyede olsa kameraya takılıyor o bir iki karede olsa Gökdoğanın evin önündeki kuşlarla dalışını çekmenin mutluluğunu yaşıyorum her ne kadar fotoğraf makinesinin çekimi bozuk ve kalitesiz olsada, Volkanın kuşlara saldırışı ise tam kamerada ama uzaktan çekim olduğundan nokta gibi gözüküyor, bu arada evdeki bilgisayarın gene ses düzenini bozduğumdan sessiz film gibi izliyorum, kırk yılda bir enstantene çekelim dedik oda bizim acemiliğimize geldi, birkaç gün sabah kuş uçurmamaya karar veriyorum, akşamları uçuracağım, yoksa onla inada gelmiyor,bir iki derken üçüncüde boş geçmez biliyorum, kuşlar uçmaya dermanları yokmuş gibi kanat sallıyorlardı ve takla atmıyordu şimdi iyi tarafı havada bir füze gibi uçuyorlar, değişmeyen tek şey ise eskiden ayda yılda bir takla aşarlardı birkaç gündür o taklayı da unuttular, hiç olmazsa bu sefer haklı bir nedenim oldu.
Bu arada şununda farkına vardım, insanlar başkasının başına gelen felaketi sessizce seyredip, kayıtsız kalırken, aynı olay kendi başına geldi mi hiçde öyle sessiz ve kayıtsız kalınmıyormuş.
Saygılarımla.
 
Keyifle okudum Hasan abi , Gökdoğanı başlarda çok güzel tasfir etmişsin haddim olmayarak tebrik ediyorum (: Bu arada geçmiş olsun, çektiğin saldırı görüntüleri bizimle paylşarsan o anları biz de görmek isteriz , saygılar (:
 
Merhabalar, Ö.Kemal bey
sizin ve sizin gibi çoğu arkadaşın yazılarına buranın teşekkür bölümü kalktığı için cevap veremiyorum ama herzaman güzel düşünceleriniz için size ve arkadaşlara teşekkür ettiğimi biliniz.

Ayrıca, yıllarıdır bilgisayar kullanırım ama sadece tuşlarına dokunmayı bilirim.
o yüzden nasıl videoa atılır onuda kolay kolay bilmiyorum,
atmacanın bir iki saniyelik görüntüsünün tekini kendi (azbuz sitem var) oraya yükledim , yakını pek iyi göremediğimden çekim biraz bozuk genede bir kaç saniyelikte olsa (ağır çekim kuşun atmacadan milimle nasıl kurtulduğu gözüküyor) güzel anları yakalamışım.
site yönetici arkadaşlarım yaklaşık bir dakika süren videoyu benim sitemden alıp yüklemek isterlerse veya kayda değer görürlerse (Kayıt bilgilerimde web site adresim bulunmakta olup) oradan alıp yükleyebilirler.
saygılarımla..
 
Baktım kuşları oynamıyor, onlar değişmiyor bari ben değişeyim dedim, işi iyicene belgeselciliğe vurdum, belgesel kanallarında hep hayranlıkla izlerdim, bu kadar geniş bir arazide bu keçiyi, domuzu vs nasıl bulup bu görüntüleri çekiyorlar diye hayran kalırdım, son on, on beşgündür, Gökdoğan mahallemizi parselleyince nedenini azda olsa anladım, görüntü çekmek hiçte zor değil yeter ki imkanların olsun, çünkü canlı doğası gereği aç kaldımı yiyecek arar, yiyeceği nerede bulursa neslini idame ettirmek içinde o bölgeye yerleşir. o bölgede avlanır, nitekim belgesel çekimcileride onların bu yaşam alanlarını keşfedip gerekli donanımla biraz zahmette olsa çekimleri yapıp derleyip bizlere sunarak vahşi yaşamı ayağımıza getirmekteler. o yüzden vay be nasıl çekmişler demeyi artık bıraktım sadece o bir iki dakika da olsa güzel görüntüleri yakalamak ayrı bir olay, ayrı bir emek isteyen şey, çünkü hiç beklemediğiniz bir anda gerçekleşen bazı olaylar bir iki saniyede gözden kaybolup gidince onca süre beklediğiniz emeğin meyvesini almamışta oluyorsunuz. dediğim gibi artık belgeselcilik işi kolaylaştı, yeter ki, hayvanların yaşam kaynaklarını bulun ve orada bekleyin, ee bende kuşlar oynamayınca elimde kötü fotoğraf makinesi ile artık belgesel çekimi yapmaya karar verdim. başımıza bela olan Gökdoğanın ilginç görüntülerini yakalayıp insanlarla paylaşmak bu başımızın belası hayvanın bir o kadar güzelliği ve yeteneğini de herkesin görmesi arzuladım. her sabah kuşları uçurduğumda fotoğraf makinesini de yanıma almaya başladım, birkaç gün kuşlar korkularını atana kadar sabah uçurmadım, hayvanlar azda olsa panik uçmayı unutunca gene sabah erkenden uçurmaya başladım ama bu seferde atmacanın almasını istemediğim riske atmak istemediğim yavruyu akşam kaldırıyorum, son 4 beş gündür doğan ortalıkta gözükmeyince bende rahatladım, demek ki ya bölgeyi değiştirdi, yada çok sevmeyeni olunca kendisi birilerine av oldu diye düşündüm, belgeselciliğimizde yerini tekrar takla atmayan kuşlara bıraktı, artık asıl işime döndüm ya vakti değerlendirerek yavruların neticesini almaya çalışıyorum, gök kırkanat yavru var yeni yeni perdaha girmeye başladı, esnek bir kuş oldum olası uçuş sistemini sevmiyordum, kamburumsu bir uçuş ve kanat sallaması bozuk bir şeydi oyuna başlarsa değişir diye düşünüyordum, baktım yeni yeni perdah alıyor ama havada kalamadığı gibi son birkaç gündür eve de düşmüyor, üstüne üstelik birazda (ne birazı tümüyle) yalakalık var, kim kuş uçuruyorsa onların kuşu ile uçuyor, benim orayı unutup adamların oraya sallayıp inmeye çalışıyor, gören onlar kuşu uçuruyor sanır, arkadaşlar sağ olsun kovalıyorlar da genede oralara inmeye çalışıyor böyle yalaka bir kuş, en son ya kümeslerini kapatıyorlar yada ben kuş kaldırıyorum da eve doğru yöneliyor, bende yavru kuş kaybolursa gelir diye saf saf bekleyenlerdenim, bırak gelmesini adamlar kovalıyorda gitmiyor, artık gidenin gelmeyeceğine de inanmaya başladım. bu yavruda Gökdoğanın darbelerini yediği zamana kadar bir yere bakmadı ama doğanın saldırısından sonra artık tamamen yalakalaştı, on beş- 20 dakika kadar evi yokladıktan sonra bir bakıyorum yukarıda tepenin üstündeki yüksek bir noktayı kendine hedef alıp gidip oraya atıyor, on dakika dinleniyor işe gideceğim saati hatırlayınca geliyor, her ne kadar yavru kuşun hergün değişeceğine inansam da bu hayvanın huyunu değiştireceğine inanmayanlardanım, kuşun ayağı bir çatıya değdimi ömür billah o çatıyı unutmuyor. Pazartesi sabahı uçuruyorum yalan yanlış eve gelip kanat uçları zor birbirine değer şekilde ağır aksak fışkırmaya çalışıyor, 3-4 takla atıyor ama göze hoş gelmiyor, gözü oyunda değil inme halbuki Suatın boz yavrusu ile aynı gün uçtuğu halde o kuş saati artık doldurduğu gibi her geçen günde değişiyor, kendini geliştiriyor,üstelik yerine hakim bir kuş sağa sola yalakalık yapmıyor, aynı günlerde doğup uçan benim hayvan ise yalakalıkta sınır tanımıyor, eskiden arkadaşlarım benim seyisliğimi eleştirirlerdi, bende bir şey demezdim kuşların sağa sola atmasını benim seyisliğime bağlayanlar aynı kuşlardan besleyip kuşları eve indiremeyince artık bana hak vermeye başladılar, bu seyislikle ilgili değil kanla ilgiliydi, aynı kümeste büyüyen aynı yemi yiyen aynı anda uçan kuşlardan Suat’ın boz yavru havada kalıp, üstelikte çok açık uçarken, benim yavru bir iki takla aşınca gözü hemen yukarılarda bende artık bunu kullanıyorum bakın diyorum, bu şimdi seyis hatası mı? benim karga 20 dakikayı doldurdu mu hemen yukarı yüksek yerlere dinlenmeye çekiliyor, öbür hayvan bakın o kadar açık uçup gelip yerine iniyor, her yavru kuşun bir dönemi olur o dönemde dikkat etmek gerekir ama bizim yavruların hangi bir dönemine dikkat edeceksin, tamamen kuşun geniyle ilgili bir olay ya bu kuşları beslemeyeceksin yada alternatifin yoksa katlanacaksın, nitekim sabah uçmaya başlayan hayvan tam 15-20 dakikayı doldurunca kayboluyor, ben kuşları yemlemeye devam ediyorum, bir beş dakika geçiyor yukarıda attığı çatıya bakıyorum yok, çatıya çıkıp sağa sola bakıyorum mahallede gözükmüyor. gene nereye attı diye düşünürken biraz ilerden gök doğanın serçenin kanat çırpması gibi pır pır aceleyle Ankara kalesine doğru giderken gayrı iradi o tarafa bakıyorum, tepenin altında bizim kedi Şükrünün üç kuşunun bizim evin biraz ilerisinde 50 metre kadar yukarımda kanat şaklata şaklata uçtuklarını görüyorum görmemle eyvah diyorum hedef bunlar daha lafımı bitirmeden bir iki saniyede gök doğan hiç bir şeyden haber olmadan uçan kuşlara yaklaşıp birine vuruyor, vurmanın etkisiyle kuş yana savruluyor havada bir tüy bulutu oluşuyor, kuş ne olduğunu anlamıyor ama Doğan sanki ABS fireni varmış gibi kuşa vurması ile aynı noktada durması bir oluyor , ikisinde de bir saliselik bir şaşkınlık , sonra Gökdoğan tekrar kuşa sarılmaya çalışıyor kuş can havliyle elinden kurtulup altlı üstlü tepeden aşağıya doğru dalışa geçiyorlar, tüh diyorum bu görüntüyü çekemedim halbuki gözümün önünde oluyor ne kadar değerli bir görüntü olacaktı, bir iki saniye geçiyor bakıyorum Gökdoğan eli boş daire çizip bizim evin hizasına benim 30 metre kadar önüme geldiğinde diğer iki kuşun kendini yükseğe çektiğini görüyorum, gözü onlarda bu sefer affetmez hemen evin içine koşup fotoğraf makinesini kapıyorum, kuşlar bulundukları alanda daire çizip panik halinde uçuyor Gökdoğanda tam onların tersine daire çizerek yükseliyor, hayvanlar korkudan kaçıp gidemiyorlar da panikle aynı yerde kanat sallamaya devam ediyorlar, benim ağabeymin zamanında Sivastan getirdiği bir boz dişi vardı, bu kuşun birden arkasına bakmadan yabaniler gibi Ankarayı terk edip gittiğini görünce anlardım ki havada atmaca var, kuş atmaca gittikten 10-15 dk sonra Ankara kalesinin o taraflardan çekip gelirdi, bu kuşu atmacanın yakalaması mümkün olmadı. fotoğraf makinesini hemen 50-60 metre önümde uçan kuşlara tutmaya başladım, Gökdoğan daire çizerek yükseldi kuşlarla aynı hizaya gelince ilerde gök’ü kendine hedef aldı , iki kanat sallayınca kuşla aynı hizaya geldi bir iki güreş yaptılar, kuş bir ara elinden kurtuldu, ama o kadar çevik bir hayvan ki, inatla peşini bırakmadı, kuşun aşağıya doğru pike yapmasını engelledi sonra ne oldu anlamadım bir baktım kuşu ayağına aldı, hemen acelesi varmış gibi daire bile çizmeden kuşu tuttuğu gibi önüm sıra ayağında taşıyarak hiç girişmeden Mamak boğazına doğru tepenin arkasına doğru götürüp artık görünmez oldu, o gidince işe geç kaldığım aklıma geldi kuşların olduğu yerden inerken tüm olayı net bir şekilde videoya çekmenin sevinci ile çektiklerimi görmek için aceleyle fotoğraf makinesinin tekrar kısmına bastığımda bir şokla karşılaştım, görüntü yok, bir daha bakıyorum görüntü yok, nasıl olur diyorum,
sonra nasıl olduğunu anlıyorum heyecanla tüm olayı görüntülerken meğersem kayıt tuşuna basmayı unutmuşum. bende nefis bir görüntü aldım diye sevinip duruyordum,
Gökdoğan kuşu götürürken bizim Şükrü gözümün önüne geliyor, lakabı kedi eğer atmacayı yakalasa kedi gibi canlı canlı yiyeceğine eminim.
Bu arada bizim belgesel çekim yeteneğimizde böylece kuşçuluğumuz gibi sınıfta kalıyor.
Saygılarımla .
 
----Hasan abi seni ilk yazdığın yazıdan beri imkan oldukça okuyorum.Sen daha iyi bilirsin 5 seneyi geçmiştir diye tahmin ediyorum.İnsan olarak hayatla barışıklığın,etrafına yaydığın pozitif enerji ilk yazından bugüne kadar hiç değişmedi.
----Kuşçuluk dersek, aslında senin tam anlattığın gibi birşey bizler için.Yunan mitolojisinde Sisifosun çilesi gibi.Sisifos tanrıları kızdırdığı için cezalandırılır.Cezası bir kayayı dağın tepesine çıkarmaktır.Ancak her defasında tam çıkarmışken kaya tekrar yuvarlanır ve Sisifos tekrar aynı kayayı dağın tepesine çıkarır. Bu hep böyle devam eder gider.Bazen diyorum kuşçuluk da Sisifosun çilesi gibi bir şey mi acaba?
----Hep bu yüzden senin yazılarını bir başka keyifle okuyorum.O kadar okuduk ki kuşçulukta erdik erecez nerdeyse.Soran olursa da Hasan Kaplan ekolünden geliyoruzmu desek ne yapsak ? (:

----Selamlar ,sevgiler.
---- Levent Taner.
 
Sevgili levent
Şehrinize özgü çeşitli kuş türlerinin beslendiği Güzel Bursamızda, oyun kuşuna verdiğin emek , kuşçular arasında örnek kişiliğin ve yaşantınla bu güzel uğraşı dahada güzelleştirmeye çalışan birini tanımak benim için bir onurdur.
atmacasız ve sağlıklı günler dilerim.
saygılarımla
 
Hafta sonu Cengizin kardeşinin düğünü vardı, Cihan çocukluğunda yeterince kuşçulara çektirmişti ama büyüdükten sonra oda oturmaya başladı, büyüklerine saygıda kusur etmediğini gördük, Cengiz haklı bile olsa yeri geldiğinde haksızım diyen biri, her ne kadar bizim mahallenin kuşçuları kendi aralarında bir barışık bir küs olsa da Cengiz uzun süre küs duramayanlardan, bizim Mustafa Ankara’ya ilk geldiği zamanlarda Siyaminin orada Cengizle tanışıp hemen iki ev ötede oturan Cengizin kuşlarını da gördü, Cengiz o sıralar bir boz dişi uçuruyordu, kuş yeni yeni fışkıran bir kuş, Mustafanın, Mehmetin seyrettiği bir gün kuş sıçrama yapacağı tutmuş, kuşun altında da birkaç günlük yavrusu varken, yüksek uçup oyundan sonra açılarak, gözden kaybolup, güzel atışlar yapmış ben seyretmedim, benim gittiğimde kuşun yüksekten akarak gelip biraz ilerde Siyamigilin orada 4-5 takla ama tempolu bir seferini gördüm, yeni başlayan bir kuş olduğu için bir yorumda yapamadım kuş sonra gözden kayboldu yarım saat kadar sonra geldi, büyük ihtimal düştüğü yerden kalktı geldi. yoksa bir kuş en fazla 5-10 dakika gözden kaybolsun, ama kuşun bulutta uçmuş olabileceği söylendi, bizim için her zamanki gibi normal bir kuştu, biz kuşları uçurduğumuz zaman kuşun kanat sallaması, oyundan sonra açılarak evi terk edip yüksek uçması, taklayı düzgün vurması, fişeği kanat döverek yapma gibi ayrıntılara pek dikkat etmiyorduk, hatta bende dahil mahalledeki kuşçuların çoğu hızlı uçan kuşları severdik, hızlı uçan kuşun hareketli oluşu bizi daha çok cezp ederdi ki, bu anlayışımızın da yanlış olduğunu o tür kuşların zaman içinde hedefci kuş olmadıkları ve erimeye daha yatkın olduklarını bilmiyor yada aramızda pek konuşmuyorduk. Çünkü biz çoğu kuşçuların bu özelliklerden çok, kuşta aradığımız en önemli unsur kuşun uzun kaçmasıdır. hep uzun kaçan kuşu konuşuruz ne kadar gitti diye, bizden öncekilerde kuşların özellikleri konusunda bizleri yetiştirmediler, eskiden kuş seyretmeye gittiğimiz yerdeki kuşçular, büyüklerimiz, kuşların uçum özelliği, kanat sallaması taklayı düzgün vurması ve en önemlisi fişek yapıp yapmadığını gibi konularda kendi aralarında konuştuklarına tanık olmadığımızdan bizde ister istemez kendimizi yetiştirmekte geç kaldık. Allahtan internet sayesinde insanlar daha geniş çevreye açılıp diğer kuşçuları tanıyıp bilgi ve belgelere de sahip olmaya başlayınca ve kuş yarışları (kupalarda) kuşlarda olması gereken özellikleri sıralmaya başlayınca çoğu kuşçu gibi bizde bir şeyler öğrenmeye başladık, öğrenmenin yaşı yoktur, bende tanıdığım kuşçular ve internet sayesinde hiç öğrenmeyeceğim kadar bilgiye sahip oldum, her mesleğin getirdiği yetenekler vardır, bende her şeyden az buz anlamak isterim ama beceremem kuşçulukta böyle bir şey, o kadar yıldır beslememe rağmen, yeni genç kuşçuları tanıyınca bilgi konusunda ne kadar cahil olduğumu gördüm, onların bu kadar geniş bilgiye sahip olmaları beni hem sevindiriyor hem de kuşçuluğun geleceği açısından umudumu artırıyor. tabi kuşçuluk, çevre, imkanlar ve iyi insanlarla iletişimin yanında insanında kendini geliştirmeye açık olması ile etkilidir. Bizim mahallede Uğur çok genç kuşçu olmasına rağmen kuşçulukta çok yol almış biri, bir sohbetimizde
-Uğur maşallah bak sen kendini bu yaşta iyi geliştirdin, biz senin yaşında iken kuşun kanadını açar söyle bir bakardık, trene bakar misali deyince.
- Sen ne diyon abi dedi biz bir şeyden anlamıyoruz, bizim mahalledekilerin yanına bir oturda bak ! (ben biraz kapanık biriyim, sağa sola, kuşçulara pek gitmem, o yüzden ne konuşuyorlar, ne ediyorlar bilemem)
- Nasıl yani diyorum,
Abi kuşu sen ben anlamıyoruz, adamların yanına bir otur kitabını yazıyorlar valla dilin damağın kurur, kuşlarını bir anlatıyorlar aklın hayalin durur?
Biraz şaka misali eee diyorum o zaman söyledikleri ile besledikleri bir birini tutuyordur?
Abi ben çevrede öyle doğru dürüst bir kuş göremiyorum, mahallede uçan kuşların çok eksiği var , insanlara doğruyu söyleyince seninle kötü oluyor konuşmuyor diyorlar,
Uğura hak veriyorum. Bizim kuşçular eleştiriye pek açık değil, övüldüğümüz zaman kabarırız da en ufak eleştiride eksiğimiz göreceğimiz yere, eleştirenin eksiğini ararız. böylece kendi eksiğimizi kapatacağız sanırız.
Bizim Mustafa, Cengizin Boz dişiyi seyredip özelliklerini Kırıkkaledeki arkadaşlara anlatınca, işi bilen bizimkiler de merak oluşmuş bu kuşları görmek istemişler, Mustafanın kuştan iyi anladığını bildiklerinden söylemlerine de (kuşlarına değil) değer verirler, böyle özellikli kuşu merak ettiler tabi, Cengiz o sıralar ne oldu bilmiyorum fazla bir süre geçmeden kuşu makaslayıp uçurmadı, kuş uçmayınca da, olay Mustafanın arkadaşlara anlatıyla kaldı, Cengizde halen aynı kuşun neslini beslemeye devam ediyor. Mustafa, arkadaşlara yavruya kuşmuş bu kuşun özelliklerini anlatınca bizde birden Mahallede Cengiz diye özellikli kuşlar besleyen bir arkadaşımız olduğunu gördük, Mustafa sayesinde kuşlarda bazı ayrıntıları da tanıma ve farkına varmaya başladık, Bizim Cengiz iddiacı biri, herkese uçana uçar demekten kendini alamaz, ben pek dolaşmadığımdan bilemiyorum, ama kuşları uçtuğunda mesafe aldığını birkaç kişiye sorduğumda doğru abi dediler, kuşların diğer özellikleri gündeme gelmedi bende sormadım nasıl olsa çoğu insan bu özelliklere bakmıyor diye, geçen sene Kuşçular org pikniğinde de Cengiz baktı oturduğumuz yerde bizim gibi toylar dolu ortama restini çekmişti, içimden evdeki kargalara kızmıştım, ah demiştim içinizden takla aşan yok ki bizde bir gürleyelim, Cengiz mahalledeki ve hatta çevredeki herkese rest çekse de biz ona kızamıyoruz öyle neşeli biri, bizi gördükçe bunlar karga atın demeye getirip gülümsüyor, atacağım diyeceğim ama imkanlarım bunlara yetiyor.
Cengiz kardeşi Cihanı evlendirince bizi de davet etti, tepenin altında kardeşinin oturduğu yerde ev düğünü yaptılar, bir iki kere düğün yerine gittim apartmanda bayrağı gördüm ama kimseyi dışarıda göremeyince yalnız olduğum için geri dönmek zorunda kaldım, Kırıkkaleden arkadaşlar gece on bire kadar düğün yerinde kalmışlar, bana geldiklerinde sohbet esnasında bende akşam bir iki kere gittim yolda kimseyi bulamadım deyince, anladım ki düğün apartmanın arka tarafında bahçesindeymiş, bizde bir iki döndük dediler, anlaşıldı bahçe yoldan gözükmüyordu ben ondan bulamadım dedim,
Büyük ihtimal Cengiz bizim kuşçu arkadaşları bulunca boş durmamış olacak ki, Halil hoca daha gece yarısı balkona oturur oturmaz hemen lafı bana dokundurdu.
Hasan dedi sende de var mı 3 minare giden ? bir an durakladım, bırak üç minareyi, çatı direği giden eve düşmüyor ki, karanlıkta balkonda dolaşan kuşları göstererek ne gezer dedim aha gördüğünüz kuşlar 2 takla aşınca eve bile düşmüyorlar ki bir direk gitseler ne olur Allah bilir,
-Kim uçuruyormuş 3 minare giden kuşu ? (yaklaşık 75 metre) bizim tepe Saime kadından dikine baktığında Toki bloklarının 10 katı da esas alınca 103 metre geliyor
Biri uçuruyor diye isim vermediler,
Ben bir yerde görmedim, birazda işe erken gidip geç geliyorum benim olduğum saatte uçurmuyorlarsa ondan göremiyorumdur. uzun kuşların olacağına inanıyorum, ama uzun oynayan hayvan fazla seferli ve devamı pek olacağını tahmin etmiyorum diyorum.
Onlarda yok, biz zaten fazla sefer yapıyor demedik, 10 civarında yapıyormuş dediler.
Havada kalıyormuymuş?
Evet 2.30 - 3 saat civarında?
Maşallah dedim ben görmedim böyle kuş, hele mahallemizde bir yerde oynasa mahallenin yüksekliğine yakın kaçan bir kuşun Ankaranın bir ucundan görüneceğine inanırım, çünkü 2 km ötede 50 yıl parkındaki bayrak direği 110 metre olduğu söyleniyor, bırak bizim tepeyi, bayrak Ankaranın her yerinden görünüyor,
- Öyle oynayan kuş hediye edilmiş ama arkadaşlar almamış.
Belki gözleri ile görseler inanır, alırlar, ben olsam kaçırmazdım dedim, yerde hiç bir şeyden habersiz aylak aylak dolaşan kargalara bakarak.
Mustafa zamanında mahalledeki kuşçulara çok söyledi, yavru kuş başladığında insanları davet etmeyin, kuş oturduğunda davet edin, kuşun özelliklerini görün, hemen kuş biraz mesafe aldı diye sevinip onu bunu davet etmeyin, yeni başlayan kuşa kanıp kimseyi davet etmeyin diye söylese de onu dinleyen pek olmadı, nitekim insanlar geldiğinde o kuşlar ya havada kalamadı ya istenilen oyunu yapmadı hep sahipleri hayal kırıklığı yaşadı.
Çevremizde de görüyorum, özellikle yavru kuşun başlangıç aşamasında insanlar hemen kuşla birlikte uçmaya başlıyorlar, bir süre sonra yeni başka bir kuşla, eskiden kuşçular yavru bir kuş başladığında 40 gün sayın derlerdi, şimdi kaç kişi sayıyor bilmiyorum, kümeslere gittiğinizde yerlerde hep makaslı kuşlar, yavrulukta yaptıkları oyun özellikleri anlatılır, eğer bir kuş uzun oynamışsa her yerde duyarsınız, söyle uzun oynuyor diye ama kolay kolay sohbetlerde rastlamazsınız, birinin bir kuşu var uçarken çok güzel kanat sallıyor, oyundaki deparı özellikle taklaları sanki bir tokat gibi patlatıp, çinko bir tenekenin çıkardığı ses gibi ses çıkartarak 10-15 metre gidiyor taklayı bağladıktan sonra arkasına bakmadan sanki atmaca kovalıyormuş gibi uzaklaşıp kendini yükseğe çekerek orada bir on dakika kadar dolanıp uçuyor havada kalan, ezilmeyen inerken de altı sağlam bir kuşun ve kuşçunun konuşulduğunu duymazsınız. yada o mesafe kaile bile alınmaz.
Yoksa her yerde söyle böyle uzun oynayan kuş duyar görürsünüz, ama inanın eksileri o kuşun gittiği mesafeden fazla olabilir, onu gören kuşçu sayısı da maalesef çok az olur.
Kuşçulukta bir yerlere gittiğimizde kimin kuşunun uzun gittiğinden çok bir kuşta bulunması gereken özelliklerinin ne olmasını konuştuğumuzda benim gibi kısa kaçan 3 takla atan kuşları besleyen adamlarda mutlu olup kendilerine konuşma hakkı görecekler.
Yoksa akşamları sohbetlerde böyle buluta giden kuşların uçtuğunu duyup sabah kalktığımda 3 ayda geçse takla aşmayan benim kargaları gördükçe kuşçuluktan soğuyacağım,
Yada taktiği değiştireceğim bende sabah yerine akşamları yazımı yazıp, akşamları kuş uçuracağım, baksanıza sabah uçan kuşlardan hiç hayır çıkmıyor.
Saygılarımla…
 
:)) eline yüreğine sağlık abi, bu iş gerçekten kısmet işi, Allah doğru insanlarla karşılaştırır inşallah da sen de bir gün istediğine yakın bir kuşa sahip olursun hasan abi, selamlar
 
Hafta sonu yavruları kovalıyorum, uzun süre sonra gevşek gevşek takla vuruyorlar, zaten havada kaldıkları da yok, mahalledeki kuşlar yükseklerde uçarken benim bu iki karga tepenin ya altında yada en fazla direklerin hizasında uçuyorlar, bu yaştan sonra elimde sopa ucunda poşet eve geldikçe çocuklar gibi poşeti sallayarak ürküp uçmalarını sağlamaya çalışıyorum ama onlar poşetten korkmuyorlar, gene bir buçuk dakika sonra iniyorlar, Mehmetle balkonda oturup yıkanan kuşları seyrediyoruz, onlar oynamıyor ya bende karışığı kestim diyorum, hak edene hak ettiği gibi besleyeceğim, Mehmet 2-3 ay önce gecekondudan apartmana taşındı eliyle büyüttüğü 5 yavru vardı, onları da götürmüştü, biri bir gün balkondan atlamış evlerinin ilerisindeki boşluğa yabanilerin yanına konmuş, Mehmet yakalamaya gitmiş, bir türlü yakalayamıyor, ufak yavru ne yapayım ne edeyim derken aklına diğer yavrular gelmiş , iki tanesini almış götürmüş kuş yanına yaklaştırmıyor ama Mehmet kurnaz, bütün yavruları eliyle mamalıkla büyüttüğünden yavrular mamalığı gördü mü koşa koşa Mehmete geliyorlardı, nitekim mamalığı gösterince iki yavru Mehmete doğru gittiğini gören yavru, bakıyor Mehmetin elinde mamalık kanatlarını sallaya sallaya anasından yem ister gibi ciik ciiik diye iki yavrudan önce Mehmetin yanına gelir, Mehmet gül gül kırılıyor, iki saat uğraştım tutamadığım kuş, mamalığı görünce bir bağırarak bana gelişi var görsen yerlere yıkılırdın diyordu. bu olaydan yaklaşık bir ay kadar sonra abi dedi yavrular teke düştü, nasıl dedim? güldü abi teke düştüler dedi, benimkiler daha taklayı aşmamıştı. hepiniz yerden şikayet ediyorsunuz, kuş oynamayınca yok yerim dar, yok ağaç var, yok tel var diyorsunuz, peki bana ne diyeceksiniz dedi?
haklıydı ona mana bulamazdık, çünkü apartmanın birinci katında oturuyordu,
ya dedim sen yavruları nasıl uçurdun birinci kat balkonundan, kendileri uçtu baktım çatıya gide gele uçmaya taklaya başladılar, yerde kuş olsa hemen indireceğim ama hepsi çatıya çıktığından ancak akşama iniyorlar dedi. e peki çatıdan birinci kata nasıl iniyorlar, abi balkon balkon perdahlayarak o balkondan alt balkona oradan da benim balkona iniyorlar dedi.
bizim takla aştığını sanıp çatıdan günlerce inmeyen kargalar aklıma geldi.
saat altıya doğru gelde tekini kaldıracağım seyredersin diyince ayrıldık.
saat altıyı geçe telefon etti çay hazır diye tepenin aşağısında bir km kadar ötedeki evlerine gittim, elinde boz yavru ile yola indi, on gün öncesi atmacanın darbesi ile oluşan yarasını göstererek kuşu attı, 3 gün çatıda kaldı dün dinlendirdim dedi.
o sırada karşıda 3 kuş daha uçuyordu, bana dönerek abi dedim ki ben geç atacağım siz erken atın kuşunuzu ama bak onlarda yeni kaldırdılar, apartmanın birinci katına çıkıp balkondan kuşu seyretmeye başladık, yavru öbür kuşlara takılarak uçmaya başladı, biraz sonra karşıdaki iki kuş indi havada aynı renk boz kuş kaldı , Mehmet oğlanın kuş Kırıkkale kuşu pek anlamıyorlar ama kuş güzel 3-4 takla hareketli dedi, bu arada kuşa takılmaz dediği yavru ile bu kuştan ayrımlamamaya başladı, yaklaşık bir saat karşıda adamın evinin önünde kısa daireler atarak uçtular, ne o oynuyor ne mehmetinki oraya sallıyor, ikisi bir birbirinden ayrılmıyor, Mehmet içinden kızıyor biliyorum, arada birkaç kere söyledim kuş kaldırma kuşu uçuracağım diye, emekli insan biri gelecek dedim ya, kendi kuşunu gösterecek güya , bak ne o oynuyor nede benimki, nitekim 1,5 saati geçmek üzere ikisinde de tık yok, bir ara diğeri bir iki kısa tırt yapıyor, Mehmet Allah Allah daha düne kadar güzel oynuyordu ama hiç boşu yoktu diye karşıdaki adamın kuşunu savunuyor, dün iki kere kaldırmış belki ondandır diyor. kuş bir iki kere daha bir adam boyu dırt ettikten sonra Mehmet hah indi diyor, şimdi benimki dolanmaya başlar dese de Mehmetin kuşunda ezildiği belli, hava uçan kuşun yanına kuş takılırsa oynamaz, oyundan kaçıp uçuşa verirler nitekim bak öyle oldu diyorum. kuş bir iki çatıya gelip gidiyor ama gelip gitme arası inmeye çalıştığı belli, kuşta ses soluk kalmamış, kuşçuluğumuzu sorguluyorum niye biri teke düşmüş kuş uçururken söylendiği halde tam o saatte başkası kuş kaldırır anlayamıyorum. yoksa kendi kuşunun diğerinden daha iyi olduğunumu böylece kanıtlıyorlar, tam iki saat balkonda 50 metre çapında bir alanda daire çizip dönen iki kuş seyrettik ne oyun var ne hareket, Mehmete dedim şimdi o karşıdaki zevk adlımı kuşundan, sessiz kalıyor bu arada yavru vura vura çatıya düşüyor
bu kuş dışarıda kalınca ezilmiş Mehmet diyorum uçundan belli nasıl kanat sallıyordu görüyormusun, dinlendir,
abi çok güzel taklaları vardı, sefer yapıyormuydu diyorum? evet abi hemde fişek yapıyordu oyundan sonra açılıp gidiyordu, atmaca yaraladığında bile kaç yere oynadıydı, Hakanda gördü.
anlatırken üzüldüğünü görüyordum, ya Mehmet dedim kimse oynamayan kuşu gelde seyret diye uçurmaz, bu kuş havada tamamen bağımsız ne yapacağı belli olmaz bakarsın kimse yok seni ihya eder, biri geldimi de sanki başka bir kuş olur, yavru kuş oturmadığı sürece yorum yapılmaz, ne zaman yavru yumurta görür oyununu sabitler o zaman kuş hakkında yorum yapılır. bu yavruya yorum yapmak yanlış olur her gün değişir diyorum. bir taraftan da Mehmetin azmini takdir ediyorum. biz yerimiz kötü diye oynamayan kuşları aklamaya çalışırken, bakıyorum kuşların hepsi bantlı, perdah almışlar uçmasınlar diye bantlamış, o apartmanın birinci katında ufacık yavruları başlatmış. biz gecekondunun çatısında bir kuşa takla attıramıyoruz.
saygılarımla…
 
Mehmet Beyi takdir ettim, herkesin harcı değil apartmanda, hemde birinci katında kuş uçurmak. Helal olsun diyorum. Şansına başkası kuş kaldırmış güzel bir seyir zevki olmamış ama bunda da vardır bir hayır belki kuşa nazar değecekti.

Herkese iyi uçurmalar.
 
Kuşçuluğun onca sorunundan biride kuşçuların birbirleri arasındaki beşeri ilişkileridir, günümüz dünyasında vaktimizin, ömrümüzün en çok zamanını çalan bu heves yüzünden onlarca insanla tanışır, onca kişiyle arkadaş oluruz, Bu tanışmalar kimi arkadaşlık, dostluk seviyesinde ilerler, kimi selam sabah cihetinden öte gitmez, arkadaş olmak kolay olurda arkadaşlığımızı sürdürmek zordur, günümüz dünyasında insanlar mı değişti gelenekler anlayış mı değişti bilemiyorum, bir bakarsınız bazı kişileri kalıbına bakıp bir şey sanırken, bir davranışı, bir hareketi karşısında şaşırır kalırsınız, bu devirde bu kafada insan olur mu diye, genelde aynı kafa dengi değilseniz ilişkiniz resmiyetten öte gitmez selam sabah, ama bazı arkadaşlıklar vardır ki, kendiliğinden gelişir, duygularınızı paylaşırsınız bu sade dünyada, menfaat yoktur diye düşünürsüz, yada olmasını istemezsiniz bilirsiniz ki menfaat girdimi işin içine ne arkadaşlık kalır ne dostluk, kuşçuluk ilginç bir dünya her tür duyguyu birlikte yaşabilirsiniz, ne kadar çok çevrenizde sevilirseniz o kadar çok arkadaşınız olur, arkadaşınız olur ama bir o kadar da sorununuz, biz kuşçular bu arkadaşlıklarımızı ne kadar koruyabiliyoruz, her hangi bir olay karşısında idare edebiliyormuyuz, ne kadar kendimizden taviz verebiliyoruz, yoksa hemen kesip atıyormuyuz ? bilemiyorum, yaşımız 15 te olsa 50 de 60 da olsa en ufak bir olay karşısında elimizde silgi hemen sayfaya kolayca çizgi çekebiliyoruz, o güne kadar birlikte yemek yediğiniz, yol arkadaşlığı yaptığınız, duygu düşüncelerinizi paylaştığınız dost sandığınız bir insanın senin en ufak bir eleştirin yada bir hatan karşısında yada bir menfaatına dokunduğunda ne kadar seni savuna biliyor, ne kadar sahip çıkıyorsa arkadaşlığında o derece iz bırakmışsın demektir.
Belki çok az kuşçu da hoş görü var, toplum olarak biz çabuk kızıp çabuk karar veren insanız, daha birkaç gün önce benim ufak oğlana kızınca “ya baba dedi hani bana sen kızmadan önce beş dakika sonrasını düşün on dan sonra karar ver diyordun ya şimdi sende beş dakika durup niye sonra karar vermiyorsun “deyince bir eksiğimi de öğrenmiş oldum. doğru önce karar verip yanlış yapmaktansa sonra olay soğuduktan sonra karar verip hareket etmekte o kadar önemli, bir çocuk yeri geliyor babasına bir şeyler öğretiyor, yanlışını gösterebiliyor ama biz kuşçular birbirimiz karşısında ne kadar öğretici yapıcı oluyoruz , bir olay karşısında ne kadar kendimizi koruyabiliyoruz, her zaman duyarım dünya kadar kuş kaybettim benim kuşumu kimse vermedi o zaman bende kimsenin kuşunu vermeyeceğim? olayı genelleriz, yanlışa yanlışla cevap verince doğru yaptığımızı sanırız.
Çevrendeki insanlarda senin bu yanlışını söyleyeceğine destek olup tuzu biberi olurlarsa değme sen malzemeye, olmadık bir şeyden neler neler yaşayabilirsin? bazı insanlar vardır kendi yanlışını görmez görürde kabullenmez ama başkasının yanlışını da yanlışla yöneltirler, insanları olumsuz etkileyerek çoğu sorunun kaynağı da olabilirler, birinin size yaptığı yanlış yada hata karşısında o tür insanlar olumlu konuşacaklarına hemen insanın bam telinden başlayarak olumsuz etkileyerek, yanlış yapan kişi ile arkadaşlığınıza sünger çekmenize sebep olabilirler, keşke insanlar başta beş dakika sonrasını düşünüp karar verebilseler, bu tür insanlarında etkisinde kalmayacaklar, her yerde karşılaşırsınız, iki kuşçu iyi arkadaştır, ama bir şey olur bir bakarsınız birbirlerini tanımıyorlar, olmadık söz söylüyorlar, yarın bir gün bir araya geldiklerinde o söylediklerini birileri çıkıp yüzlerine söylediklerinde ne diyecekler, kendilerini nasıl savunacaklar, daha önce rakip gördükleri kişiler yanında saf tutup, önceki arkadaşı ile ilgili ikili sohbette konuşanların aradan beş yıl bile geçmiş olsa yeniden fırına verip ısıtılarak, sanki o gün yaşanılmış gibi anlatılarak , eski mazinin saniyede satıldığı, intikam ateşinin yakıldığını göre bilirsiniz. bu kuşçuluk mesleğine özgümü, yoksa tüm insan ilişkilerinde böyle mi bilemiyorum ama çevremde kuşçu arkadaşların bir pire için yorgan yaktıklarını görünce içimden de düşünmüyor değilim nasıl bir arkadaşlığımız var, arkadaş seçerken hangi kıstaslara dikkat ediyoruz, yoksa etmiyormuyuz, kendimizi ne kadar değiştirip eleştirebiliyoruz,?herkes kendi hayata bakışına göre arkadaş arıyor, nasıl yaşıyorsan arkadaşını da öyle olmasını istiyor öyle yaşantı içindekilerden seçiyorsun, peki o arkadaşlıklar nasıl bitiyor, bitince bittiği gibimi kalıyor yoksa bir kin yumağımı oluşturuyor, hiç mi o arkadaşlığın bir eseri yok, vardır elbette, sen arkadaşlığında saygıyı ve sevgiyi ne kadar koruduysan arkadaşlığında o kadar yaşar, yaşam içinde hayal kırıklıkları olur ama o dargınlıktan öteye gitmemeli, o kırgınlık iki tarafa da üzüntü vermeli, artık günümüzde zora düştüğünüzde moraliniz bozulduğunuzda, yanınızda bir arkadaşınız varsa gerçekten şanslı sayılırsınız.
birkaç gündür duyduklarım, arkadaşlarımın anlattıkları karşısında açtım sağı solu karıştırdım biraz okuma gereği hissettim, pek biz kuşçuların okumayla arası iyi olmasa da, arada bir karıştırdığımızda olunca iyi oluyor diye düşündüm,
geçen gün bizim Uğur yanımda otururken konuşuyordu abi dedi , bana arkadaşlar Ankara dışından gelirken bir yavru getirip hediye ettilerdi, geçenlerde bir olay oldu, (sanırım onların kuşlarını mı ne eleştirdi, araları açılmış,) hoş olmayan durum çıktı demişti, birkaç gün sonrada Mehmet onunla sohbeti esnasında son yaşananları duyunca anlatmaya başladı abi dedi, iki tarafta al külah ver külah hediyelerin iadesi konularına girilmiş, karşı taraf biz para gönderelim kuşun kafasını kopart koliye koy gönder biz burada alırız demişler, Bizim Uğur kimden akıl aldıysa almış, ben göndermem gelin siz kuşu alın demiş, adamlar 1100 km yolu tepip yavruyu alıp gitmişler, onlarda ondan hediye aldıkları kuşları getirip Uğur’a bırakıp gitmişler, Mehmet, Uğura sormuş eee iyimi oldu şimdi? iyimi ettin kötümü bir düşün bakalım yarın o insanlar birileri ile konuşurken adam ayağına kadar bizi getirdimi diyecekler yoksa biz gerektiğinde bir kuşumuz için bile o kadar yol gider kimseye yar etmeyiz diye reklam mı ederler diye sormuş? ama bir şeyi unutmuş hiç dememiş ki, Uğur yaptığın iyi bir şey değil kuş her zaman bulunur, ama arkadaşlıklar dostluklar bulunmaz, insanlar bu gün birbirlerine kırılıp darılabilirler ama selam sabahı kesmek, hele başka bir şehirdeki bir insanlarla ne kadar doğru, insan bir yere gittiğinde bir selam veren biri ile karşılaştığında ne kadar seviniyor, şimdi bir kuş için bu dostluğun bitmesi mi güzel, yoksa böyle bir olayın yaşanmaması bir tarafın alttan alıp büyüklük göstermesi mi,
Eskiler aklıma geldi, Rahmetli ayakkabıcı Hasan abiye bir kanarya yüzünden kırılmış uzun süre konuşmamıştım, zamanla düşündüm ben ona kırıldım ama o insan yeri geliyor onları satarak evinin geçim kaynağını sağlıyor sen bunu bildiğin halde hata yapıp konuşmuyorsun diye düşünmüştüm. onun son zamanlarında da, yanında büyüdüğüm kuşlarını uçurup beslediğim insana bir kuş için darıldığım için ne kadar yanlış yaptığımın farkına varmıştım, bu dargınlığın geçişinden kısa bir süre sonra böyle bayram zamanı uzun zamandır tepeden aşağıya inmediğimden bir yanına gitip hatırını sorayım dedim, dükkanına uğradım kapalı, birkaç gün sonra gene gittim kapalı, onun ekmek derdi yüzünden hiç tatile gitmediğini bilen biriyim, akşama doğru olduğu için belki bir yere bir şeyler almaya gitmiştir diye düşündüm aklıma kötü bir şey gelmedi, en son gittiğimde gene dükkanı kapalı görünce iyicene merakta kaldım Allah Allah dedim nerede bu adam, bir arkadaşıma rastladım, ya dedim kaçıncı gelişim kapalı dükkan, nerede bu adam , iki kelime ile özetledi “ o, öldü” ne , nasıl demişim, inanmak istemedim, on, onbeş gün önce dedi, içimden bir dal kopmuş gibi oldu, çocukluktan elinde büyüdüğüm dünyanın en iyi çaylarını içtiğim dükkan bomboş, o ara sokak sanki virane gibi geldi Hasan abi yok, sağlığında bir helalık bile alamadım o zoruma gitti (yılda bir ikide olsa bayramlarda ziyaretine gidiyorum.toprağına su döküyorum,o dükkanına her gittiğimdeki gibi yattığı yerde benim oynamayan kuşlarımı dinliyor, sonra bana bakıp hafif gülümsüyor gibi geliyor bana) bir boşluk oldu içimde Saimekadınla olan bağım koptu, artık pek inip çıkmıyorum sohbet ettiğim insan bile yok, bir arkadaş kaybetmek kadar kötü bir şey yok, onun için Uğurunda bir süre sonra yaptığına pişman olacağına inanıyorum, akıl hocası insana olgunluğu hoşgörüyü öğretecek, kısasa kısas mantığını değil,
Mehmet, Mahser yeni kuşçuluğa başladığında onlarca kuş verdi, gel zaman git zaman oda Mehmete bir dişi kuşunu verdi, kuşçulukta hediye güzel bir olay, hediye veren verdiğini hatırlamaz sa yoksa her zaman sonra sorun olur, insanlar birbirlerine verdikleri kuşların sayısını hatırlamadıkça arkadaşlık güzel olur diyoruz ama arkadaş seçimi de çok önemli, kimlerle neyi paylaştığın çok önemli, gel zaman git zaman Mehmetin o kadar verdiği kuş değil de, Mahserin, Mehmete hediye verdiği bu dişi kuş hastalanınca Mehmet ona da sorup almayınca kuşu başka yere gönderdi sorunda onsan sonra oldu, gel zaman git zaman bunun kuşları kalmadı kuş kıymete bindi,kuşta zaten gittiği yerde fazla yaşamadı, Mahser laf söyleyince Mehmette zoruna gitti arkadaşlığını sınırladı, eski dostluklarından eser kalmadı, balkonda oturmuş kuşlara bakarken Mehmet, bana dönüp abi dedi Mahserin hanımı yoğun bakımdaymış, Allah Allah dedim neyi varmış? bilmiyorum dedi. daha lafını bitirmeden telefon çaldı, baktım Mahser Mehmeti arıyor, konuşmalarında kan lazım olduğunu duyuyorum, Mehmet gel gidelim dedi, biraz sonra Hakanın arabayla gelip Mehmeti alıp kan vermeye gittiler,
öğleden sonra Mehmet geldi, abi dedi arkadaşlık ne kadar önemli görüyormusun, bunlar bir kuş için insanlara kırılıp konuşmuyorlardı, hatta geçen günlerde Mahserin bir arkadaşı var Kırıkkalede oğlanın oraya gittiklerinde kümesi açmış, istediğinizi alın demiş, Mahser eğer kuş vermeseymiş arkadaşlığımı keserdim demiş, bunların arkadaşlığı sanki kuşa bağlı, kuş verdiğin sürece arkadaşsın, ama gör ki, bu kuş vermeseydi arkadaşlığımı onunla keserim diye söylerken, biz hastanedeyken oğlan aradı telefonda ne dese beğenirsin, ben ve eşim hanımının sağlığı için sabaha kadar dua ettik, Mahserin gözü yaşlandı ne kadar duygulandığını gördüm dedi, ben lafı esirgeyen biri değilim abi biliyorsun, hemen lafı vurdum yaaa Mahser dedim sen bir kuş için arkadaşlığını bitiriyordun hani, ama bak o insanlar sen dara düştüğünde taa orada eşiyle birlikte senin için dua ediyorlar, gördün mü, kuş mu önemli insanlık mı hangisi önemliymiş dedim diyor?
sayfaları karıştırıyorum, Boıleau “Kusurlarınızı söyleyebilecek arkadaş bulun “ diyor. düşünüyorum kaç kişi kusurumuzu söyleyince arkadaş kalabiliyoruz? peşinden okuyorum sormuşlar kaç çeşit dost var diye Baki, " üç çeşit dost vardır " demiş: Bir dost vardır gıda gibidir, sen onu hergün ararsın. Bir dost vardır ilaç gibidir, gerektiğinde ararsın. Bir dost vardır sen onu aramazsın ama ihtiyacın olduğunda o seni arar . devam ediyorum okumaya
İki arkadaş çölde yürüyorlarmış, Yolculuk sırasında bir tartışma yaşanmış ve arkadaşlardan biri ötekine tokat atmış. Tokadı yiyen kişinin canı acımış ama hiçbir şey söylemeden eğilip kuma şöyle yazmış:
“Bugün en iyi arkadaşım bana tokat attı.”
İki arkadaş bir vahaya gelene dek yürümeye devam etmişler, vahaya gelince de gördükleri suya girmeye karar vermişler. Tokadı yiyen kişi bataklığa saplanmış, kurtulmak için çırpınmaya başladığında. Arkadaşı onu kolundan çekerek saplandığı yerden çıkarmış, yaşamını kurtarmış. Tokadı yiyen kişi boğulmaktan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazmış:
“Bugün en iyi arkadaşım yaşamımı kurtardı.”
Tokadı atan ve arkadaşının yaşamını kurtaran kişi bu olay karşısında çok şaşırmış merakını yenemeyip arkadaşına sormuş:
“Canını acıttığımda kuma yazdın neden şimdi taşa?”
Tokadı yiyen kişi bu soruyu şöyle yanıtlamış.
“Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgarı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiçbir rüzgar silemesin.”•
kuşçularında kuş için yaşadıklarının kuma yazılması ve arkadaşlıklarının baki kalması dileğiyle.
saygılarımla.
 
Akşam üzeriydi kuşları uçurup kümesi kapatıp evde tv seyrediyorum, baktım telefon çalıyor arayan Suat, işten gelmiş beni arıyor, telefonun red yaparak kendim aradım benim kontörden gitsin diye, çünkü aylık bilmem kaç dakika konuşma hakkım var ayda yılda bir iki kişiyi ancak ararım oda 10 saniye konuşurum o kontörler boşa gider, biz Suatı aradık ya , Suatta telefonu açmıyor bir iki dakika böyle birbirimizi arayıp durunca en sonunda ben pes ettim, eh dedim Suat sen istedin kontör senden gitsin, telefonu açtım daha konuşmadan abi anladım benimde bedavam var kaç konuşmalık sorun değil dedi. iyi öyleyse yoksa benden günah gitmişti dedim. hal hatır hemen yavruyu sordu, Suat tepenin üstünde Toki bloklarında oturuyor, eski milli güreşçilerimizden, yeri olmadığından kuşları benim oraya getirmişti, getirirkende elinde kuşların yeni yumurtladığı bir yumurta vardı, o yumurtayı o sırada yumurtlayan bir dişinin altına çektim boz bir yavru çıktı. yavru yavaş yavaş büyüdü bende bir iki aydır boz yavrusunu kovalıyorum, oda işten gelince vakit buldukça uğruyor, yoksa merakını gidermek için evden arıyor, abi bu gün yavru nasıl bir şeyler yaptı mı? bende gene her zamanki gibi sızlanma belirtileri, bir şeyler yapmaya çalışıyor ama ağır gidiyor diyorum, yavru uçurmadan önce kuşların özelliklerini anlattıydı, nasıl açılıp gittikleri kaç metreden atıp geldiklerini taklayı vurmaları ile o ses tonu ile yoldan geçenlerin bakacağını filan anlattıkça bende de körelen kuşçuluğum yeniden filiz verdiydi, benim kargalar Van yüksek uçum kuşları gibi yüksek uçuyorda fışkırmayı bilmiyorlar, bende kötü öğretmen olduğumdan öğretemiyorum kendileri öğrensinler diye, bakalım kimin inadı galip gelecek. telefonda konuşurken dudağını büzdüğünü görür gibi oluyorum, çünkü onun anlattığı olması gereken yavru ile bizim uçurduğumuz yavru arasında biraz fark var, bizimki öyle uzaklardan atıp gelmiyor, çok açık uçuyor ama düzden gelip oyun yapmadan önce evin önünde on kere daire çiziyor, yada yabani bir kuş gibi teğet üstünden geçip gidiyor, yüksekte uçup atmacalara karşı tecrübesi olduğundan artık korkmuyorum uçuruyorum tabi her uçtuğunda da içim gidiyor, sonra Suat üzülmesin diye yok diyorum havada kalması, altı sağlam fakat oyunda ağır gidiyor. Tamam abi bekleyelim diyor? birkaç gün sonra üç dört gün üst üste gök doğan saldırısından kıl payı kurtulan boz yapmadığı bir şeyi yaptı her gün eve düşerken bir saati geçirmeye başlayınca eve uğramamaya başladı, daha doğrusu inmek için çabalamıyor, gözü başka yerlerde uçarken görüyorum, akşam olmaya az bir vakit kala 25-30 metre kadar üstümdeki evin çatısına yöneliyor taklayı vurması ile terslemesi bir olup kalyalık alanda bir taş gibi kayaların içine düşmesi bir oldu, düştüğü yer kedi yatağı yolda konuştuğum Murat’a aman Murat koş kedi kapmasın dedim, Murat bir dakikada kuşun düştüğü yerde bende bakıyorum otların arasında kuşu alamadı, kalktı tekrar uçmaya başladı artık eve hiç bakmıyor kendine yıkılacak alan arıyor, sonra karanlığa doğru kayboldu, iyi dedim bir sen eve iniyorsun diye seviniyorduk, sende sapıttın. bir iki dakikalığına tepenin altına inip eve geldiğimde Hakan yukarıdan bağırmaya başladı abi kuş Kemal Ağanın çatıya düştü, sevindim telefona sarıldım, daha ben alo demeden Volkan abi yoldayım kuşu getiriyorum dedi. gelince güldü abi ya dedi bu kuşçuluk nasıl bir şey? neden ki dedim? abi senin kuş bizim çatıya düşüyor, bizim dumanlıkirli takalıda tepenin altlarında dolaşıyor, Kemal ağa ile ona güldük elin kuşu bizim buraya iniyor da bizimki inmiyor diye, demek ki tek benim kuş değilmiş diye kendimi rahatlattım, birkaç gün uçurmayım diye düşünürken ikinci gün Cumartesi sabah yediye gelirken baktım Uğur Tepen altından gülerek bana doğru geliyor, aslında yarın sabaha kaldıracaktım dedim ama madem geldin kuşu uçurayım gör, Kuşu tuttuğum gibi fırlattım, fırlattıktan sonra aklıma geldi bu kuşu önceki günde fırlattım eve düşmedi her zaman çatıdan kaldırırdım acaba onunda bir etkisi var mı diye düşünmekten kendimi alamadım. Kuşu kaldırdım ama rüzgar tersten her zamanki olduğu gibi tepenin altına doğru esiyor, adını zaten eskiler doğru koymuş “Esentepe” kuş rüzgarda yukarı çıkmak için çabalıyor, kuşçunun bahanesi çok olur bende biraz ona sığınıyorum, kuşu uçurmayı düşünmediğimden akşam iyicene doyurmuştum, her zaman aç uçunca evin önünden ayrılmayan kuşun karnı tok ya eve arada bir uğruyor, 2-3 kere evin önün gelip fışkırdı ama kuş sanki sırtında ağır okul çantası ile okula giderken ayakları yere yapışan çoçuklar gibi gitmeye çalışıyor, rüzgar aşağıya doğru atıyor oda bundan istifade kendini rüzgara verip gidiyor, zevk mevk yok yani , halbuki önceki gün oyunda deparları iyiydi, Uğura ondan diyorum dedim yavru kuşa güven olmaz diye bak birisi gelse ne diyeceğiz demeye kalmadı, İngiltereden tatile gelen Ferhat ile Adıyaman ilimizden Orhan arkadaş birlikte gelmez mi, abi dedi Uğur, Sen kuşu attıktan sonra aradı Ferhat abi bende çağırdım., önceden arasaydılar ben kuşu onlar gelince kaldırırdım dedim ama misafir geldi ya bizim boz yavru iyicene eve uğramaz oldu, sağa sola indimi diye bakıyorum arada bir teğet geçerken görüyorum ben evden gelirken kuşun bir fışkırmasını görüyorum giderken, ağır ağır taklayla gidişi gözüküyor, oldum olası ağır takla giden kuşu sevmem, daha oturmadı yeni yeni başlıyor ama kuş normalda böyle ağır değil fişek durumunu almasa da oyunda takla arasını açarak gitmesi ve ses soluk zıplaması ile fena sayılmazdı diye savunmaya geçiyorum. (hep bahane işte) bakıyorum kuştan hayır yok bizi de ihya etmeyecek, balkona geçip sohbete başlıyoruz, arada bir kuşun sağda solda oraya buraya öylesine fışkırdığını görüyorum, ilgilenmiyorum bile iki saati tamamladıktan sonrada kayboluyor Ferhatgil Çankırıda arkadaşları ziyaret etmek için giderken bizim kuş ortalıkta gözükmüyor, kuş zaten bana oynamıyordu bari biri geldin öylesine olsa bir iki takla at diye kızıyorum. eve düşmeyen kuşla gene makus talihimizi yenemiyoruz, öğlen işten Volkan geliyor, yolda Mehmetle beni elimiz çenemizde oturur görünce acıyor, hayırdır abi diyor? öylesine oturuyoruz boz kayıpta onu bekliyoruz diyoruz, boz mu ? Kemal ağa bana telefon etti gene bizim oraya inmiş abi diyor. bir çeşit oluyorum pırıltı veriyorum kuşu indiremiyorum, o gidiyor kuşsuz kuşçunun çatıya iniyor, iyi yer etmiş birkaç gün uçurmayımda orayı unutsun diyorum. böylece hem de yeni yeni kaldırdığım iki yavruya ağırlık vermiş olurum.
Bu nasıl kuş anlamıyorum, başka yere gidip inmeyi biliyor hem de aynı yere aynı çatıya, madem bir kez indiğin çatıyı biliyorsun da her gün uçtuğun evimi bilmiyorsun insan bir şey diyemiyor,
Hafta sonu bir şanş daha verelim eve düşmezse kanatlarını tamamlayana kadar uçurmayalım diye Suat’la karar veriyoruz, Sabah yedide mahalledeki herkes uçarken kuşu kaldırıyorum, Suat’a da bir gün öncesinden antraman verdireyim de (Pazar günü) Hüdai’yi de alır gelirsin diyorum, kuş uçtuğunun 3 dakikasında bir oyuna geliyor sonra dolaşmaya başlıyor tam 40 dakika dolaşıyor, aklına mı esmiş olacak ki; bir eve gideyim diyor, evin önüne gelip gelip fışkırıyor, sonra arkasına bakmadan açılıp gidiyor, uzaklarda oraların kuşu gibi dolaştığını görüyorum ama eve hiç uğramıyor, daha doğrusu görünüşe bakılırsa evini arıyor , uçan kuşuna pırıltı veren bir kendimi görüyorum. millet uçurup seyrinden zevk alır bense ha bugün nereye düşecek derdiyle düşünüp indirmek için uğraşıp durayım. Kuş benim kümesi yabancılamış olacak ki, ben tanımadığım yere inmem dercesine açılıp gidiyor, çok açık uçuyor, bazen tepenin arkasına gidiyor on dakika sonra geliyor bir iki tur atıyor gene istikamet tepenin arkası Mamak o tarafa yönelip kayboluyor, yaklaşık 1 saat 40 dakikadan sonra gözükmüyor saat sabah dokuza geliyor artık hiç gözükmüyor bir yere attı herhalde, gene Kemal ağanın çatıyamı düştü diye düşünürken, saat 10,30 doğru Hüdayi arıyor, abi nasılsın? iyiyim sen nasılsın diyorum.karşılıklı hal hatır sorarken birden abi kuş kaybettin mi diyor? kafam karışıyor, kaybettiğimi nerden biliyor diye düşünürken, buluyorum tamam diyorum Tepenin üstünde Toki’de Suatgilin evden seyrediyorlardı kuş gözükmeyince merakta kaldılar onun için soruyor diyorum. kayboldu. abi kuşu badi Mustafa yakaladı, bir an duruyorum, Badi Mustafa, Suatın kuşlarını getirdiği yerdeki arkadaş, bizim kuş yumurta olarak onun kümesten gelmişti. nasıl diyorum? abi diyor kuş Badi Mustafa’gilin evin üstüne düştü, oradan aldık, şaşırıyorum kuş bizim tepeyi de bırakmış, karşı tepeye bir km öteye Keçikıran’a düşmüş,
Hemen oraya varıp Mustafa ile sohbet ediyoruz, kuş uzun süre orada uçunca o başka arkadaşının, başka arkadaşı da bunun kuşu sanmış pırıltı vermemişler, kuş bir iki başka yerlere oynayınca anlamışlar ki yabancı, yorgun kuş sonunda Mustafagilin evin üstündeki yere düşmüş, oda gidip almış,
Orada oturan arkadaşa ilginçliği söylüyorum, Allahın şu işine bak bu kuş yumurta iken bu kümesten geldi. benim orada çıktı büyüdü, uçtu, ama gel görkü, dönüp dolaşıp anasının babasının yaşadığı, kendi tohumunun atıldığı yeri buldu.
Sonra kuşu alıp gidiyorum, bir yavrunun daha sonunu göremedik, bekle tüye girsin , çıksın, kanadı gelsin, uçur gene kaybolsun, kuşçulukta kuşu 2-3 ay uçurup sonun görenler ne şanşlı diye düşünüyorum, kuşun damarı, nesli çok önemli, kuşlara belli özellikler katalım diye nesil ıslahına gittik ama bazı özelliklerini alırken, en önemli özellik olan yerine hakimiyeti kaybettik, bir türlü bu özelliği kuşlara katamadık. o yüzdende her uçan kuşumuz taklayı aştımı, zevkten çok eziyete dönüşmeye başladı, her uçtuğunda acaba bu gün eve düşecek mi, nereye düşecek düşüncesiyle uçandan da zevk alamaz olduk.
Kuşçuluğun iyi bir tarafı böyle eş dost sayesinde bir ikide olsa kaybolan kuşlarımızı bulunca gözlerimizde oluşan sevinç.
Benim kuşum başka yere düşmez hele dünyanın bir ucundaki insana demeyeceksiniz, hiç belli olmuyor, kırk yıl aklıma gelmezdi o kadar uzakta oturan bir arkadaşın oraya kuşun düşeceği, dedikleri doğruymuş "iki kanat bir kuyruk oda başına buyruk"
saygılarımla.
 
Kuşçular için (özellikle sıcak yerlerde kuş besleyen arkadaşlarımız için) en ölü sezon yazın en çok sıcak olduğu Ağustos ve Eylül aylarıdır, tüy ve hastalık işin içine girmesi birde bahar yavruların 2-3 teleğe kalması karşısında kuşlarda, uçum, oyun, takla gibi özelliklerinde eksiklikler görünür, benim gibi yılların kuşçusu bu tür sorunları yaşayınca yok bir dahaki yaza uçacak kuş hazırlayacağım derimde hep yapamam, bir bakarım uçan uçmuş, kaçan kaçmış yaza girince kalanlar ya iyi tüye girmiş yada telek sayısı azalmış uçurmanın imkanı yok, halbuki zaman açısından en iyi günler, gün her zamankinden daha fazla aydınlık ama gelin görün ki her sene izine çıktığımda bu sıcaklarda elimde bir tane uçacak kuş olmaz, eh kuş uçurmayı seven taklaya hasret benim gibi biri için yerde tavuk gibi yayılan kuşlar hiç hoşuma gitmez , hep zamandan şikayetçi iken bu seferde zaman elimde olduğunda uçacak kuş olmamasından şikayetçiyim.
Mahallede herkeste uçan kuş var, doğru dürüst bir şey yapmasalarda hiç olmazsa havayı gene de işgal ediyorlar, bense izinde oturmuş kümesin önünde gözümün önüne gelen kuşlara bakıyorum bu damızlık, bu damızlık, bu damızlık, buda damızlık, dışarı çıkan kuşların içinde 4 tane yeni, bir aylık yavru dolaşıyor bunlarda uçmaz, oldu mu elinizde uçmayan damızlıklar ile uçamayacak kadar küçük yavrular, sabah çıkıyorum kuşları bir saat kadar seyrediyorum, içeri koyuyorum, sıkıntıdan yarım saat geçiyor geçmiyor geri çıkartıyorum, 4 aylık bir dumanlı erkek yavru var tek uçan o, onu bir sabah kaldırıyorum, bir de akşam, çok uçan kuş sanki saati tutuyorum, kaldırmamla birkaç dakika içinde çatıya indiği bir oluyor, kanadı, kuyruğu sağlığı yerinde hem de benden daha sağlıklı yediği besinler benim yediklerimden nerdeyse iyi, takla desen hiç yok, beslemeyeceğim göndereceğimde bizim Mustafanın hele bekle demesi yok mu, bu kuşun adam olacağına inandığını gördükçe kuşçuluğu bırakasım geliyor, neslinin en kötü örneği, iyi kuştan iyi çıkmıyor işte, Bu kuşun bir büyük yuva kardeşini Hakangil, Yahşihanda Mustafa’da seyretmişler, hayran olmuşlar bana anlatınca bende saf saf umutlandım kuşların altına çektiğim yumurtadan çıkan bu yavruya umudumu bağladım, kuşun vucut yapısı oyun kuşu fiziğini özelliğini taşıdığı için oynarsa bu oynar dedim, (bizimkilerin söyledikleri aklıma hiç gelmedi, bizimkiler kümeslerine gittiğimde oyun kuşundan iyi anladığımdan olacak her zaman yavru kuşlarını bana gösterirler, abi hangisi oynar diye? bende yavrulara bakar gözüme çarpan yavruyu gösteririm bu güzel olma ihtimali fazla derim, bir süre sonra giderim o yavru yok , yavru nerde dediğimde? ha o mu abi gönderdik? niye? abi bu güne kadar senin iyi dediğin takla aşmadı da ondan, meğersem adamlar uyanık kümesindeki kötü kuşları benim sezgime dayanarak bulup kurtulmayı başarmışlar bir ben uyanamadım bu işe, bu kuş oynarsa iyi oynar dedim ya, gene sezgim beni yanıltmadı, kuş uçtu,taklayı çevirdi, hatta serseme girdi iki gün içinde açıldı, oh dedim tamam bu kanat kuyruk, tüyle kardeşini geçer bende,çevrede bir kuş seyreder, mübarek sersemden çıktıktan sonra çatıya gelmeye başladı ama hep dırt, takla yok, ha bugün takla aşar, ha yarın derken arada bir takla aştığı oluyor, oyun desen 3 metreyi daha aşmadı, o yüzden oyunda ezilmesi bile yok, mahallede kuşlar uçuyorsa, onlara takılıp uçuyor ama her uçtuğunda aha bugün değişecek, aha şimdi gelip oynuyacak diye boşuna havaya bakıp durup bir hayal kırıklığı yaşamaya başlıyorum, önceleri biraz uçuyordu sıcaklar başlayıp mahallede havada kuş sayısı da azalınca bu bizim kuşta naza geldi uçmamaya başladı, yapmadığım bir işi yapıyorum kuşları kapatıyorum uçsun diye toplam 12 dakikayı geçtiğini görmedim, kalkarken taklayı vurmasa boşaldı diyeceğim, taklayı vurup, 20 metre yarı çapta dön babam dön benim başım dönüyor onun dönmüyor, on birinci dakika bittiğinde muhakkak gelip iniyor, sanki kurulu saat var zamanın dolduğunu haber veriyor. ne yaparsan yap poşet salla, 2 metre sopa salla banamısın demiyor gelip iniyor, bu kuşun tek sevdiğim şeyi ,benim diğer kuşlarımda olmayan ” yer hakimiyeti” bu güne kadar başka çatıya atmadı, yer hakimiyetinden ve koca kümeste başka kanadı olup uçacak kuş olmadığından onca gün sabah kaldırıp attım, öylen uçurdum, her uçtuğunda bir iki dakikayı geçmedi, kuş bakıyorum ince tüyde mi hayır her gün uçtuğundan tüyde değil, sadece kanatların üstündeki tüylerin birazı yok, oda ne uçmasını ne taklasını engellemez, bu arada Yahşihan’dan Mustafa da kardeşini seyreden Hakan benden bir yuva küçük kardeşini götürmenin sevinciyle kuşu uçurupta bir aydır takla aşıramayınca şok geçirip Mehmete sormuş abi bu gerçektende o dumanlının kardeşimi diye? bilmiyor ki bende uçurduğum erkeğe acaba onun kardeşimi diye soruyorum. kendi yavrum olmasa bende inanmayacağım, kuşun babasının, anasının hatırı var, gerçi babası da bir sene takla aşıp geç oyun aşmıştı beklide ona çekti bilinmez ama buda bir seneyi bekletecek olursa yandık dedik, zaten yazın elimde tek uçan bu kalmış buda 2-3 aydır dırt pırttan öte bir şey yapmıyor, bari on dakika uçsa zamanı değerlendirmiş olacağım, yerdeki yeme geç kalacam telaşasıyla uçtuğu ile inmesi bir oluyor, geç açan kuş türü hiç sevmediğim kuş türüdür, biliyorum kimileriniz geç açan kuş iyi kuştur diyeceksiniz ama ben öyle diyenlerden değilim, iyi kuş zamanında açıp, zamanında her şeyi yapan ve ekeliğinde de boşalmayan kuştur. benim gibi yıllarca bir sene bekleyip yaşını doldurduğunda fışkıran ve ikinci gün başka yere düşüp kaybolan kuşları besleseydiniz benimle aynı düşüncede olurdunuz, bir sene emek ver, bir iki kuş uçur, ömür geçsin taklayı çevirince kaybolsun, Benim izin bitmeye yakın ama daha bizim bu dumanlı kendini geliştireceğine iyicene taklayı da unuttu, aklıma bunun babası geldi, ne çektirmişti bana aradan bir iki sene geçince onun çektirdiklerini unutmuştum, yavruda babasının çektirdiği yemiyormuş gibi birde o başladı, en son geçen sabah havaya attım saati tuttum kaç dakika kalacak diye 97. saniyede geldi indi, bizim Mehmetin taktiği yaptım, ey kuş dedim seni uçuruyum da mı sinir olayım, uçurmayımda mı sinir olayım? hiç olmazsa uçmazsan uçmada bende kaç gündür sinirlerimin yıpranışı geçireyim, tuttuğum gibi kanat kuyruk tavuğa çevirdim, kaç gündür küsüs bir birimizi aramıyoruz, kuşların içinde aylak aylak dolaşıyor var mı yok mu ilgilenmiyorum, Mustafa kuşun kanat kuyruğunu aldığımı duyduğunda gülerek bana söyleniyor, biliyormusun Hasan abi senin kuşçuluğunda eksik? ne anlama geldiğini çok iyi bilsem de, ben işime göre yorumluyorum, evet diyorum, kuşçuluğumun eksik olduğu belli, başında takla aşmayan kuşu iki ay atacak diye ömür tükettiğimden belli değimli?
Peki kuş uçurmadan nasıl duruyorsun derseniz? duramıyorum ama yavruların uçacağı günü bekliyorum bu arada mahalledeki toplu olarak kalkan iki gün takla aşıp benim kuş gibi taklayı unutan kuşlara bakıp bakıp vay halimize demekle ömür tüketip duruyorum,
Saygılarımla.
 
HASAN ABİ,DEMEK GELMİYOR İÇİMDEN AMA YİNEDE SÖYLEMEK İSTİYORUM.SENİN BU KUŞLARA BİNLERCE TEŞEKKÜR ETMEMİZ LAZIM BİZİM.ÇÜNKÜ BU GÜZEL YAZILARI YAZMANA SEBEB OLUYOR.KIZACAKSIN BANA BELKİ AMA SANATÇILAR EN İYİ ESERLERİNİ ACI VE KEDER YÜKLÜ OLDUKLARI ZAMAN YARATIRLARMIŞ.BU KUŞLAR BU GİDİŞLE SENİ YAZAR YAPACAKLAR.GERÇİ İYİ KUŞUNDA DERDİ ÇOK AMA HELE BİR UÇURMAYA BAŞLA BAKALIM KEYİFLE SEYREDECEĞİN KUŞLARI O ZAMAN KALEMİN DEĞİŞECEKMİ MERAK EDİYORUM.

SAYGILAR ABİ, ÖZLETME YAZILARINI MERAKLA BEKLİYORUZ.
 
Kedileri seven kuşçu sayısı azdır, çünkü bir tezat oluşturur, kuş ile kedinin bir arada bulunması, gerçi son yıllarda kimin dost kimin düşman olduğu da belli değil, bakıyorsun kediler farelere dokunmuyor, köpekler kedilerle arkadaş, hatta bizim evin önündeki akşam konulan çöpleri birlikte yiyorlar, çağımızda kent içinde hayvanlar barış imzaladı, birbirleriyle iyi geçiniyorlar da biz kuşçular bir türlü aramızdaki ilişkileri geliştiremiyoruz, kuşlarla birlikte kedi besleyen arkadaşlarımızda var o hayvanlar evcil olduklarından kuşlara pek dokunmuyorlar ama sokak kedileri doğaları gereği ne kadar beslerseniz besleyin size alışsalarda kuşlara düşkünlükleri bitmiyor, onları değiştiremiyorsunuz, ben değişime inan insanlardanım, değişim doğanın yasalarından biridir ama bu hayvanlar bu yasadan habersiz olacaklar ki, ne kadar yardımsever olursam olayım, acırsam acıyım o kadar bana sorun oluyorlar, kedileri sevip sevmediğimi bilmesem de, aç suzuz bir hayvan gördüm mü acıyan biriyim, hayvanlardan hangisini beslerseniz derseniz? yerim, imkanım olsa köpek derim, onlar kadar sahibine sadık yediği ekmeğe nankörlük etmeyen hayvan az bulunur, onun tam tersi ise kedi nankör hayvan olarak bilinir, nitekim öyledir de. köpek gibi hal hatır bilmez ama onların kendini sevdirmesi yok mu ona bayılıyorum, ortaokul yıllarında da kedi besliyorduk ama bir gün kanaryayı yiyip ses çıkarmadığımız görünce cesaretlenip kuşlara da saldırınca iş değişti, onu tuttuğum gibi kümesin içine koyup kuşların içinde yermisin, yemezmisin bir güzel dayak attım. Bu gün yaparmısın derseniz imkanı yok, ama o gün kuşlara saldırınca kedi yediği sopayı unutmaz diyen babamın sözünü hatırlamış olmamdan kaynaklanmış olacak ki; bende anladığı dilden davranmıştım, meğersem benim dışımda ağabeyimde hayvana aynı dersi vermiş, 30-35 yıl sonra bir sohbette anlatırken öğrendim. bir iki kere kuşların içinde iyi sopa yiyen bizim kedi artık kendine öten kuşlara bile ses çıkarmaz olmuştu, ama o ev kedisiydi peki yabani kedilerde aynısını yapar mı? elbette yapar, niye yapmasın oda can, yemek yediyi yere hıyanet edecek değil ya, o imkanı bir daha nerede bulacak, sokaktaki çöplükte daha iyi imkanlara mı sahip? değil, o yüzden akıllı kediyse yapmaz diye düşünüyorum, dedim ya sopayı yiyen kedi hayatta sopa yediği yeri ve kişiyi unutmaz, siz istediğiniz kadar kedi insanı tanır mı diye düşünün ,benden iyi tanıdıkları belli, yaklaştığınızda sizden zarar görmüşse 20 metreden fazla yaklaştırmaz. her yıl kapının önünde çöplükte beslenen kedi sayısı değişir, aynı kediyi 3 yıl üst üste göremezsiniz. Bende bu yüzden onlara acırım, kuşları uçururken birkaç metre ötemde çöp saatini bekleyen kedileri gözlemlerim onlardan insana yakın bulduklarımı elimle beslerim, kuşlara saldırmazlar diye düşünürüm, boşuna hayal işte, en son beslediğim sokak kedisi kuşlara saldırınca ilişkiyi kopartmıştık ki, bir ay geçmeden piyasadan kayboldu, bir daha ortalıkta gözükmedi, eh bizde kaşınıyoruz o kaybolunca başka kediyi beslemeye başladım, oda bana alışınca yemeği yedikten sonra çekip gitme yerine artık bir post bulmanın mutluluğu ile kapının önünde yatmaya başladı, ayrılmıyor, ben dışarı çıktımmı birlikte mahallede yürüyüş yapıyoruz, benim elim kıçımda, o kuyruğu havada yolun bir ucundan bir ucuna 100 metre gidip geliyoruz, kırk yıllık arkadaş gibi sohbet ediyoruz, arada bir birbirimize dolandığımız da oluyor, ben pardon diyorum, artık bizim kapının bekçisi bu kedi oldu, sade o olsa diğer kedilerde çöplüğü bıraktılar, bizim evden biri çıktımı koro halinde miyavlayıp önüne doğru koşuyorlar, nede olsa sosisden onlarda alıyor, kovamaylada gitmiyorlar, hemen kenarda park halindeki arabaların altına girip bizi niye kovuyorsun diye nakarata devam ediyorlar, millet kedileri beslediğimi gördükçe besle besle kuşunu kapınca ne yapacağın deseler de? (hemen yoldan 2 metre yüksekte bulunan kümese bakarak) ben yok ya bu kedi diğerleri gibi değil, yapmaz baksana balkondan yerde attığım yemleri yiyen kumrulara bile bakmıyor diye söyleniyordum, saflık işte, eşek eti satan kasap hesabı, kadın, kocası akşam işten gelince söylenmiş “ duydun mu herif? hayırdır. bizim kasap var ya eşek eti satarken yakalanmış. Adam deme yahu? valla gazeteler yazıyor, televizyonda da göstermişler, Allah Allah eşek eti satacak adama hiç benzemiyordu. yapmış işte, satmış ise de, bize eşek etinden satmamıştır, canım biz tanıdığıyız. Be herif nasıl insansın sana satmadı bana satmadı ona satmadı da bu eşeği niye kesti” hesabı bende saf saf yok ya bu kedi benim kuşlara saldırmaz kasap misali o kadar beslemişliğimiz, tanışıklığımız var diyorum. bu saflık taa ki, benim yavaş yavaş alışsınlar diye çatıya attığım yavrunun teki çatıdan balkona inmek için hamle edip balkon demirini ıska geçip yola düşmeye hem de kapının önünde duran kamyonun altındaki kediye doğru yönelene kadar, ben alta duran kedinin saldırmayacağını bilsemde gayri ihtiyari işi sağlama alıp, kuşun düştüğü yere doğru bakınca kedinin kamyonun altına yattığı yerden kalkıp kendine doğru gelen yavruya doğru koştuğunu görmemle hışt, kışt diye nasıl balkondan yola atladığımı hatırlamıyorum ama kedinin tırmaklarının arasında yavrunun son anda kurtulup kaçtığını gördüm, yavrunun tüyleri elinde kalan kedi şaşkınlık içinde bakarken, benim bağırarak üstüne yürüdüğümü görünce bir an bocaladı korkup kamyonun altına saklandı, onunla sonra uğraşırım diye düşündüm, çünkü yavru ilerdeki evin çatı aralığına girmişti, onun oradan başka kedi kapmadan kurtarmak için koştum, bizim kedi bir iki dakika sonra uzaktan eve geldiğimi görünce, deminki normal bir şeymiş gibi baktım kuyruğu havada bana doğru koşarak, miyavlıyarak geliyor, o miyavlıyarak gele dursun benim canım beynimde, üstüne yürüyünce bir an şaşırdı, boşa salladığım voleyi (vurmak istemediğimden) atlatıp tekrar kamyonun altına girdi. o sinirle suyu kaptığım gibi üstüne fırlatmam bir oldu, nankörlüğün sonu yürü bakayım dedim, artık uzaktan bakacak, her yaklaşma deneyiminde suyu kaptığım gibi serpiyorum, evin yanına yaklaştırmıyorum, gördükçe kovalıyorum o birden bendeki değişikliğin farkında değil kendi kendine soruyor bu insan oğlu nasıl anlaşılmaz biri daha birkaç gün önce beni seviyordu yanlış kişiye mi miyavlıyorum diye, eve yaklaştıkça bende balkondan kuşların yanındaki hazır suyu serpiyorum kaçıyor, su çok etkili, birkaç gündür evin karşışında duruyor miyavlıyarak bana bakıyor, yaklaşamıyor, yüz bulsa gelecek, bir taraftan da üzülüyorum kovaladığım için, ben ona küsüm ama o bana küsmüyor, beni görünce kuyruğunu havaya kaldırıp bana doğru koşuyor, yumuşatacağını sanıyor, istediği kadar evin etrafında dolansın benden bir daha yüz bulamayacak o kadar kararlıyım, o evin etrafında garip garip dolanıp bana bakıp miyavladıkça aklıma çocukluğumda yaşadığım olay geldi, 13-14 yaşlarındayım, kuş yüzünden her gün evde anamla kavga dövüş yapıyoruz,biz aç karnımızı doyuramıyoruz birde beyfendinin kuşlarına bakacağız, evde ne kadar bulgur varsa kuşlara veriyor diye sürekli sorun yaşıyoruz, bu böyle olmaz dedim bir gün, kafam esti bir sonbahar gecesi kuşlara mutfaktan afirdiğim bulgurları götürürken yakalanınca, üstüne üstelik bir ikide sille yiyince sizinde evinizin de deyip ekmek yediğim kapıya tekmeyi vurduğum gibi çıktım gittim. çıktın gittinde nereye gittin diyeceksin? üstümde kısa kollu bir gömlek, cebim delik beş para yok, ayağımda yırtık pırtık bir ayakkabı, nereye gideceğim, kapıyı çarpmadan önce düşünseydim kolay kolay çarpmazdım (kedide onu düşünseydi kolay kolay kuşa saldırmazdı diye düşünüyorum) eh biz millet olarak hep önce kızar sonra ceremesini çekeriz, halbuki önce düşünüp sonra karar versek, o zaman küçüktün normal şimdi büyüksün değişti mi diyeceksiniz yok küçükken neysen büyüyünce de pek durum değişmiyor, cepte para, gidecek yerinde olmayınca üstüne üstelik bir sonbahar akşamı serinlikte çökünce bize bir vırık düştü, nerde kalacağım, o güne kadar güzel güzel yatak ve yorgan vardı şimdi önünde karanlık bir gece ve hem de altına alacağın bir minder nede kafanı yaslayacağın bir yastık vardı, ben yüksek yastıkta uyumaya alışmıştım, ne yapacaktım, Maskeye (Gazmaske fabrikasının arazisi) çıkıp yatayım diyorum, maske fabrika arazisi, duvarlarla çevrili tepenin üstünde kocaman arazi ama onlarca köpek akşam orada dolaşıyor, karanlıkta oraya her babayiğit girecek gibi değil nitekim duvarın oradan araziye bakıp zifiri karanlığı görünce milyon verseler girmem dedim, bizim ortağın evden gene kuş tartışması nedeniyle kaçıp bir on dakikalık maskede gece yarısı kalma rekoru var ben onun kadar cesaretli değilim kıramam diye düşündüm. vazgeçtim, evin önünde de dolaşmıyorum beni görüpte rahatlamasınlar diye, merak etsinler istiyorum, kedide acaba aynısını mı düşünüyor diye içimden geçti, çünkü gündüzleri kapının önünden ayrılmazken gözükmemeye başladı (bak işte merakta etmeye başladım) mahallede akrabalara, komşulara da gitmiyorum, evden kaçtım ya bu yaşantıya kendimi alıştıracağım ve İstanbula giderim orada çalışır bunlara da muhtaç olmam diye düşünüyorum. Akşamın karanlığı iyicene çökünce bir köpekler birde ben mahallede tur atmaya başladık, yolun sonunda bizim Kuşçu Nuri’gil ile komşularının duvarı arasında uzanan yaklaşık bir metrelik, yol tarafı duvarla çevrili boşluğu fark ettim. köpeklerden korunmak için oraya girdim ama bir metre eninde on metre uzunluğun sonu alttaki evin çatısının içine bakıyor, karanlıkta o tarafa bakmamaya gayret etsem de kulağım hep orada, çatının içini görebilsem rahatlıyacağım ama karanlık ve sessizlik arada bir tıkırtıdan başka bir şey yok tıkırtı duydukça kafamı kokuyla o tarafa çeviriyorum, zaman geçmiyor, yere uzanıyorum yerdeki kum, taş taneleri her tarafıma batıyor, üstüne üstelik kafamı yere koyamıyorum yastık yok, (dışarıda yatanlara hayret ediyorum nasıl dayanıyorlar inanmak istemiyorum)gözümde uyku kafamda korku bekleyip duruyorum, ara sıra köpekler geliyor duvarın dibinde kokumu alıp hırlayıp havlıyorlar, onların havlaması değil de çıtırtı, pıtırtı beni korkutuyor, ne geldiğini bilmediğimden korkuyla irkiliyorum, havladıklarında rahatlıyorum ama bulunduğum yerin duvarı yoldan bir buçuk metreyi geçmez, zıplarlarsa bana saldırırlar diye düşünüyorum, arada bir aranın sonundaki karanlık gözüme çarpıyor korkuyla oraya bakmamaya çalışıyorum, zaman geçmiyor, yola ineceğim gece karanlığında köpekler saldırırsa diye düşünüyorum, eve gideceğim nankörlük edip kapıyı çarptık, bir daha ne yaparsam yapayım beni takmazlar diye düşünüyorum bir çelişki içindeyim, bu arada karnım zil çalıyor, bir 100 kuruş olsa sabah bakkalın birinden ekmek alıp karnımı belki doyururum ama oda yok, yavaş yavaş etraf aydınlanıyor, rahatlıyorum başlıyorum evin etrafında bizim kedi gibi dolanmaya, beni görüp çağırırlarsa güya gitmeyeceğim ama içim can atıyor bir içeri girsem uykuyu bıraktım, boğazıma bir iki şey girse başka bir şey istemiyorum, tövbe bir daha evden gitmek, yemek yediğin yere nankörlük olur mu, anam benden inat biliyorum pencereden görüyor ama gelipte çağırmıyor, aynı benim kediyi görüp çağırmadığım gibi, sonunda babam dayanamıyor kapıyı açıp gel oğlum eve diyor nazlanıyorum yok diye omuz silkiyorum, rahmetli babam gelip kolumdan tutuyor güya beni zorla eve götürüyor, anamla küsüs, bakıyorum sofra hazır bir bardakta benim için zaten varmış, sıcak çayı yudumluyorum yüreğim ısınıyor, yemek bitiyor atıyorum kendimi somyaya, uzanıyorum oh be dünya varmış diyorum. gülümsüyorum o gün yaşadıklarımı hatırlayınca, Kümesi açıp yavruları çatıya atıyorum yola inip her zaman durduğum duvarın dibine oturup eve doğru bakıyorum, birden önümdeki arabanın altından koşarak bizimkinin kuyruğunu kaldırmış bana doğru geldiğini görüyorum, ses etmiyorum, bir o ayağıma dolanıyor bir bu ayağıma, yalakalık yapıyor, ben ettim sen etme der gibi dayanamıyorum gene seviyorum nankör sokak kedisini, ayağa kalkıp yürüyorum, başlıyoruz iki elim kıçımda, onun kuyruğu havada mahallede gene volta atıp sohbet etmeye…
biliyorum gene mi diyeceksiniz…
Saygılarımla
 
Sabah erken iş yerinde her zaman çekmecenin gözüne koyduğum cep telefonu acı acı çalıyor, genelde pek duymam ama o sabah demek ki, duyacağım geldi, telefona baktığımda Siyaminin aradığını gördüm. telefonu açmamla, abi sana yakışıyor mu? hayırdır ne yakışıyor mu? abi bilmemezlikten gelme? gene ne oldu diyorum? alıştım onun muzipliklerine, abi daha ne olacak hem kümese adam salıyorsun hem de ne oldu abi olmuyor diyor? bir an şaşırıyorum ne diyorum kümese mi gelmişler? hee abi diyor kümese gelmişler. Ne zaman? abi akşam diyor yeni karakoldan geldim.
geçen gün Siyami bir kuş başlattım diyordu, yavruyken yakalamış, kuş yakalamayı çok sever, ama kim kuş isterse de esirgemez verir, onunki de yakalama hastalığı işte, dayanamıyor havada kuş gördü mü, yakınından geçtimi artık 40 yaklaşan yaşını unutup bir çocuk gibi kuşlara koşuyor, pırıltı veriyor, iyi tarafı yabancı kuşun peşine gitmez indirirse ne ala, yoksa başka yere düşen kuşa gitmiyor. yavru iken yakaladığı bir boz kirli perçem vardı kuş ben seyrettiğimde 6-7 kuşla birlikte uçup havada öyle böyle fışkırıp takla aşıyordu, her sabah evden taksi ile işe giderken bizim evin önünden geçer bende yakalarsam Saimekadına kadar biner servisi beklediğimiz köprünün altına gelince abi bi dakka der cebimde para arıyormuş gibi yapar abi kusura bakma cüzdanı evde unutmuşum derim. oda oooooo abi olmuyor her gün aynı her zaman aynı abi para vermeyeceksen binme der, işe giderken geçen o yakaladığı bozkirli perçemin çok güzel başladığını anlattı, anlattığına bakılırsa değil bizim mahalle,(ben kapsam dışıyım zaten takla aşan yok) Türkiye’de yok, hem de bu tüy hastalık zamanı, bu dönemdemi oynuyor dedim? he abi dedi, lanet hayvan diye gülümseyerek oynarken bir iki taklasını cep telefonuna alıyorum diğerleri gözükmüyor diyor. bana nispet edercesine, akşam eve geldiğimde benim kuşları tutup onun kümesteki bu kuşu göstererek neslinizi , cinsinizi düşünün bu ne olduğu belli olmayan kuşa bakında utanın diyeceğim. birkaç ay önce baktım evin arkasında yol kenarındaki boşluğa demir kümes getirmiş, beni götürdü nasıl olmuş abi dedi? gerçektende kümesin yeri güzeldi, dedim demiri kaldırıp götürmesinler de? yok abi önlem alıyoruz bak dedi etrafına duvar öreceğiz, nitekim son gördüğümde küsmesin üç tarafına kayalardan bir duvar örmüşler, sanki mağara gibi olmuştu, bir tarafını daha örmemişlerdi o tarafta altı 3 metrelik duvar vardı sonra orayıda yapacağız demişti. demek ki insan bir işi yapıyorsa sağlam yapacak, erinmeyecek yarım bıraktığın zaman, o yapmadığın yer sana sorun olabiliyormuş, benim gördüğüm yeri demek ki başkaları da görmüş,
Nasıl olmuş Siyami dedim? abi dedi geceliğin gelmişler saat 2-3 arası kümesin demir saç kısmını duvar örmediğimiz yerden geğirtmişler saçı kaldırmışlar, oradan ellerini uzatıp uzatıp yetiştiklerini almışlar. eee diyorum, tam o sırada ekip gelmiş, Siyamigilin evin üstünde tali yol (tepenin üstü yolun bir kenarı Toki bloklarının duvarı yolun kenarı boyunca gidiyor, ancak yolun altında evler var, o yüzden kümesin olduğu yerde akşamları kedi köpekten başka insanın dolaşması pek mümkün değil, o meskun mahalde akşam dolaşanları da Toki’dekiler gördüğünde hemen karakola telefon ediyorlar, ekip geliyor, genelde orada sık denetim oluyor o günde vatandaşlar kümesle uğraşırlarken orada dolaşan ekip arabası bu ıssız yerde iki genci görünce durup ne yaptıkları soruyorlar, oğlanlar hazır cevap “abi tuvaletimiz yapıyorduk” diye cevap veriyorlar, tam o sırada memurun teki kümesin durumunu görüyor, hemen iki kafadarı yakalıyorlar, arabanın bagajını açıyorlar ki kuşların bir kısmı da bagajda. “oh oh diyorlar ganimet bol”
Siyami abi suçüstü olmuş diyor, ellerindekilerle yetinip gitseler belki kurtulacaklar aç gözlülükleri sonucu bak yakalanmışlar diyor. Senin haberin nasıl oldu diyorum, abi memurlar orada komşuya sormuşlar, oradan da bize geldiler, kümesin altındaki duvarın dibindeki ev onların, sabaha kadar bekledik, nerede oturuyorlarmış dedim. mahalleden değil şurada oturuyorlarmış dedi. gençmi diye sordum? çünkü genelde bu işi yapanlar hep gençler, sorumluluk taşımayan başı buyruk olan başına ne iş gelecek bilmeyen onlar, evet abi biri 18 diğeri 20 yaşlarında dedi., şikayetçi olmasaydın, hayatları kararmasın bu yaşta insan hata yapabilir diye söylendim.
yok abi kümesi yaparlarsa olmam dedim zaten suçüstü olduğundan kamu davası açılıyor dedi, çocukların abisi, babası gelmiş şikayetçi olma demişler, çok üzüntülüydüler görünce bende üzüldüm dedi.
oğlanlar kuş beslemiyorlarmış, duyunca daha da şaşırdım. insanlar niye başkasının malına minnet eder, insan hak ettiğini için uğraşması başka, kendinin olmayan bir şeyi haksız şekilde elde etmesi başka, kabul görecek bir olay değil, en güzel değer çalışarak elde edilen şeydir. insanların böyle şeyler için geleceklerini karartmalarına inanamıyorum, on tane kuşu götürüp satsan ne olacak 50 lira 100 lira bile belki etmeyecek, çalışarak ta kazanabilirsin, bu insan için kara bir leke, hayatı boyunca damgalandığında çıkmayacak bir olay, her yerde karşılarına çıkacak, toplum olarak zaten affetme yeteneğimiz yok, bir olay karşısında bizde olumsuzdan yana kendimizi alıyoruz, hatanın üstüne hata ile gidiyoruz, Gazetede okuyorum Amerika da bir Amerikalının müslümanlara karşı tepkisi nedeniyle yaptığı bir olayda iki Müslüman arkadaşı ölen kendi de ağır yaralanan bir Bengaldeşli o kişiyi mahkemede affedebiliyor, o büyük erdemi gösterebiliyor, ama biz başımıza en ufacık bir olay geldiğinde olumludan yana yer alabiliyormuyuz ! bilemiyorum. çok az kişi kendilerine karşı yapılan bir olayı affedebiliyor. Bu tür işlemlerin önü nasıl alınır, azaltılır bunları düşünüyorum, bu kuşları çalanlar kadar, alıp satanlarda onları teşvik etmiş olmuyor mu? bu çalıntı kuşların alınıp satılmaları engellenebilse belki ne üdüğü belli olmayan kuşları satıcılar almasa ki, özellikle kuş satıcıları dükkanları, dernekler bu konuda elinden geleni yapıp belgesi olmayan, güvenilir olmayan kişilerden kuşları almasalar hem kuş besleyenler rahat uyuyacak hem de genç insanlar belki böyle ömür boyu bir hatanın bedelini ödemeyecekler,
Siyamiye dönüp ne şanşlı insanmışsın diyorum.
Gülüyor, abi helal haramı bastırır diyor.
aklıma eskiler geliyor, yıllar önce her hafta kuş pazarlarından kuş alır getirir kaybederdim.
bizim mahalleden bir arkadaşın yakalamadığı kuş yoktu, o zamanlar arkadaşının bile kuşu olsa yakalar yakalamadım diyen bir yapısı vardı, o böyle yakaladığı kuşları uçurtur o kuşlar bir yere gitmez gelir onun oraya inince bize dönüp gördün mü derdi helal haramı nasıl bastırdı. Onunki helal, bizim kaçırdıklarımız, para verip aldığımızdan olacak haram oluyordu.
Siyaminin çalınan kümesindeki bütün kuşlar yakalama olduğundan o da benim ince noktamı yakalayıp bu kelimeyi söylemişti.
“Gördünmü abi, helal kuşun hali başka oluyor?”
Öyleymiş diyorum.
Saygılarımla
 
Yazın o sıcaklarda uçan kuş yoktu, şimdi havalar soğumaya başladı bizde yeni yeni yavru uçurmaya başladık ya gene kayıplar yaşamaya da başladık, yazın 3 ay uçmayan yada uçupta takla atmayan kuşları uçurduktan sonra 20 gündür yavruları kovalıyorum, kovaladığım 5 yavrudan biri 5 inci gün takla çevirdi, kardeşi haftasında diğer üçüde yirminci gün hala taklayı çevirmeyi bilmiyorlar, günlerin dönmesi ile birlikte kuş uçurma saatimizde azaldı, özellikle sabahları rüzgar tepeden aşağıya batıya doğru estiğinden kaldırdığımız yavrular tepenin altından çıkmak için didinip durmalarından uçmaya bile vakit bulamıyorlar, bu mevsimde hiç şansımız yok, akşam ise artık iyicene erken kararmaya başladı, eve gelir gelmez yavruları kaldırıyorum ama birkaç dakikalık uçuş ne bizi memnun ediyor nede o an işten gelir gelmez zorunlu olarak kuş kaldıran mahalledeki kuşçuları aralarındaki mesafe 100 mt çapında bir dairenin içinde 7 kuşçu düşünün 15-20 metrelik farklar olunca havada kimin kuşu hangisi bilmenin mümkünü yok, filo kuşları gibi kalabalık bir ortam birbirine çarpan çarpmamak için pike yapan, evine inen kuşların yanında kimin kuşu kimin oraya indi diye kafa uzatmalar, velhasıl geçen televizyona bakıyorum 1.5 milyar insanın yaşadığı Çin’de bir havuzu gösteriyorlardı, daha doğrusu insan kalabalığından havuzda suyu görmek mümkün değil, çok büyük havuzun içindeki insanlar suni dalga gelince sıkıştıkları alanda ancak zıplamakla meşguldüler, bizim uçan kargalarda havada birbirine çarpmamak için uğraşıp didindikçe takla atmaya da zaman bulamıyorlardı. Bir şeyde diyemiyorsun herkes aynı anda işten geliyor, tek fark ben sabah erkenden kalkıp uçuruyorum yavru oldukları için fazla havada kalamıyorlar, bizim yavrular takla aşmıyor ya Siyami damarıma dokunuyor, abi diyor siz kuş yakalamayın, yakalama kuşla bir yere varılmaz deyin, bak ben nasıl yakaladığım kuşlarla kuş oynatıyorum siz, böyle güçlü takla atmayan kuşlarla uğraşın durun diye damarıma basıyor. Siyami her sene kuş oynatır 3 ten sonra evde, o yüzden kuş uçurmak için zamanı bol elindeki damızlıkları da iyi yeride güzel, yılların nesli, her ne kadar biz kuşların eksiklerini söylediğimizde o gülüp uçana uçar dese de bizde takla aşan olmayınca ona söz söylemeye de hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
bu arada yaklaşık 5 aylık damızlığa ayırdığımız beyaz erkek yavrunun kanadı gelip eşi de yumurtlayınca Suatın abi uçur, yerde tavuk gibi duran kuşu ne yapalım lafı üzerine birkaç gündür kovalıyorum, yavaş yavaş uçan yavrulara takılıp yükselmeye de başladı, iyi dedim sorunsuz buda alıştı artık rahat kovalarım nitekim her gün uçurmaya başladım, hafta sonu bahar havasında geçen günden sonra pazartesi sabahı zorunlu erken uçmak durumunda kalan yavrular gene sabah tepeden aşağıya bastıran rüzgar yüzünden aşağıda uçmaya başlayınca beyaz erkek yavruyu pırıltılık vermek için çatıya kaldırdım, tepenin altında uçan yavruları görmek için uğraşırken beyazında çatıdan kalkıp o kuşlara katıldığını gördüm , kuşlarla birlikte tepenin altında uçup kayboldu, bir iki dakika geçmedi Volkan yoldan sitelere doğru giderken, ne oldu geceye kalan kuş geldimi dedim? yok abi dedi sizin evin bu altlarında gece kaybettik inmedi diye bizim evin ön tarafında yıkılan evlerin boşluğundan aşağılara doğru bakarken benimde beyaz aşağılara düştü dedim, eliyle işaret ederek abi aşağıda çatıda dedi . 50 metre kadar aşağıda çatıda duruyordu, gelir diye umut ettim, iş vakti zorunlu gittik, bir kulağım evde gelince haber verirler diye akşam erkenden gittim ses soluk yok, zorunlu yumurtayı başka kuşun altına çektim ama beş altı gün aralarında fark var kuş erken kalkarsa her iki yumurtayada yazık olacak diye düşündüm, sabah kümesin kapısını kapatırken yolda dolmuş bekleyen Suatı görünce müjdeyi verdim, beyaz tepeden aşağıya gitti dedim, daha lafımı bitirmeden dolmuşa binince anlamadı öğlen telefon etti abi ne dedin anlamadım dedi, geçmiş olsun dedim senin beyaz gitti, sanırım o gün rahat çalışmıştır. umut bağladığımız bir kuşta böyle gitti, akşam işyerinden Cavit abi arabasıyla eve erken bırakınca 2 haftadır önüne önüne takladan sıyrılmayan düz kirli ile perçemli kardeşini kaldırdım, bu kuşların ikisininde kafası titrek, uçup çatıya indikten sonra durmadanboyunlarını titretmeleri yok mu bayılıyorum. Bu arada kafamı yukarı çevirdiğimde Hakanında 2 kuşu uçuyordu bir iki saniye geçmedi mübarek tüm mahalle benimi bekliyorsunuz her yerden kuşlar kalktı, havada 10-15 kuş karıştı seçmek zor allahtan benim düzü seçmek kolay o halen önüne önüne vuruyor, beş dakika geçmedi yavru düzüne taklayı bırakıp havada oynamaya kuşlardan ayrı uçmaya başladı, iyi dedim açıldı, bu kuşların huyunu biliyorum, günlerce önüne önünde sık taklada gibi vurup uçarlar,bu arada havada o kadar kuşun içinde diğer yavrunun başka yere inmesin diye takla çevirmeyen iki yavruyu da çatıya kaldırdım, uçan kuşlardan perçemlisi indi. düz olan kirli kardeşi (çakmaklı, kırçıl yörelere göre) ise baktım teke kaldı, düşemiyor, eyvah dedim sırasımı şimdi bilseydim kaldırmazdım, yavaş yavaş alacalıkta çöktü kuş düşemiyor, havada taklayla boğup duruyor, bazen sarıyor, taklada aşağılara doğru vura vura gidiyor, bazen yukarı doğru kısa mesafede bol takla atıyor, karanlık çökmeye az bir süre kala baktım vura vura evin önüne yola doğru sararak düşüyor daha o düşmeden balkondan yola atladım, düştüğü yerin 3 metre kadar yakınında alaca bir kedi ona bakıyordu, bu arada kuşta nefesini toplamaya çalışıyor du, kedi kapar korkusuyla ana caddeye yalın ayak atlayıp ayağıma batan ufak taşları umursamadan kuşa yaklaştım, rahatlamıştım kuş geceye kalıp başka yere düşse bir daha gelememe ihtimali gibi geldiğinde de her zora girdiğinde gene o yere gideceğini biliyordum, kuşun yönünü eve yöneltim ki sürerek eve sokuyum yada kalkarsa evin çatısına kalksın, bir metre kadar yaklaşmamla kendini yoldan aşağıya doğru fırlatıp uçması bir oldu,hah dedim tam sırasıydı kalkmanın, kuş hemen yukarıya çekip Toki ilköğretim okulunun çatısını kendine hedef aldı, oraya düşmek için çabalıyor bazen taklada terslediğinden duvarına çarpıyor yere düşecek gibi oluyor, onlarca çocuk orada okulun bahçesinde ya top oynuyor yada dolaşıyor biliyorum gündüz olsa belki yakalanmaz ama karanlıkta düştüğü anda kaparlar, daha kuş oraya inmek için uğraşıp alaca karanlıktada görünmez olunca arabaya atladığım gibi 2 dakikada tepenin üstünde Toki İlköğetim okulunun önündeyim, kuş ortalıkta yok beş altı çocuk okulun etrafında kuşu arıyorlar, beni görünce abi seninmi dediler? evet nerede dedim. buralara düştü bulamadık yakalasaydık satacaktık dediler, kuş beslemeyen çocuklar bile kuşun para ettiğini düşünerek sahibine verme yerine satmayı düşünüyorlar, onlarca kuşumuz orada kaybolduydu demek ki çocuklar yakalayıp Ulusta kuş dükkanlarına götürüp satıyorlar, onlar kuşları yakalayıp götürdükçe, kuş dükkanları da böyle çocuklardan gelen kuşları ucuza kandırıp ellerinden kuş aldıkça bizim iyi kuş besleme işimiz zor. Tepenin üstünde Toki’ye düşen kuşların neden ortaya çıkmadığı belli oldu,
Çocukların kuş peşine başka yerden gelip gelmediğinden emin olmak için nerede oturuyorsunuz dedim?
abi burada, Tokide deyince, bunların hepsi avcı elbette buralara düşen kuşu affetmezler, sonradan anladım neden bütün hayvanlar doğayı bıraktı şehirlerde avlanıyor diye, doğada avlanacak hayvan bırakmadık artık bir kuşa 10 avcı düşüyor her önüne gelen avlanmaması gerekeni avladı. doğada kuş kalmadı.
Artık başımıza Şahin, atmaca, kedi, kötü arkadaşların yanında birde hiç anlamayanlar türedi, bir iki yakalayıp götürüp kuş dükkanlarına sattıklarından paranın tadı tatlı gelmiş olacak ki, onlarda kuş yakalama kervanına katılmışlar,
eyvak ki, eyvah dedim, artık sehirlerde de avcı sayısı çoğaldı, işimiz zor, zaten betonlaşan kentlerde, beslemenin zorluğu yanında birde zar zor zaman yaratıp uçurup takla aşırttırdıklarımızı böyle ilgisi alakası olmayanlarda peşine düşer, kuş dükkanları da satın alırsa iyi kuşları çoğumuz belki üç gün görecek belki de hiç göremeyecek,
ne diyelim hayırlısı.
Saygılarımla.
 
Mehmet gecekondudan apartmana taşınınca kuşlarda gitmişti. daha sonra evi daireye giden komşusunun koyacak yeri olmadığından kendine verdiği birkaç kuşu, boş duran evine getirmişti. bu arada yaklaşık 7 ay boş duran evine yeni insanlarda taşındı, Mehmet bacanağının irketinde çalışıyor onun ısrarı üzerine 2 yaşlı karı kocayı evinde oturmasına razı olduğunu söyledi. Çocukları bakmadığından bacanağı acıyıp Mehmetin evinde oturmasını ve bakkaldan da aylık belki bir miktara kadar yiyecek içeceğini kendisinin karşılayacağını söylemiş, onlar alış veriş yapıyorlar Mehmette bacanağından alıp Bakkalın hesabını kapatıyor, abi diyor onlar eve taşınırken, hiç olmazsa babama biri hayır okusa yeter dedim, her şey para değil, kira almıyorum, yazık sahipleri yok. bizim bacanakta ihtiyaçlarını karşılıyor, evde oturan karı kocadan kadın yarı felçli gibi, yaşlı ve çok zayıf biri, bazen yolda elinde baston ayağını sürüye sürüye dolaştığını görüyorum. Adamı görmedim, Mehmetin deyişine göre eski tövbecilerden, zamanında çok içiyormuş, şimdi içecek durumu yok gibi gözüküyor diyor, aradan bir süre geçtikten sonra baktım bizim Mehmet dertli görünüyor, hayırdır ne oldu dedim? abi hiç sorma bunların sahibi yok dedik ya bizim eve taşıdıktan sonra bir baktık gelen giden bizim sülaleden çok, demek ki millet başından atmak istiyormuş, geçen telefon geldi komşulardan Mehmet bahçedeki balkonda içki içiyorlar diye, çok bozuldum, adama biz sahip çıkıyoruz o gelenlerle birlikte oh bahçede içki yudumluyor, diğer komşuda çağırdı beni kibar bir sesle rahatsız olduklarını söyledi o tarafa da camekanları çektim, onca yıl kuş besledik o kadar kuşçu oturduk bahçede böyle bir şeyle karşılaşmadım abi, daha bunlar bir ay olmadan eve oturttuğuma da pişman etmeye başladılar, ben bunları bakkala götürüp aylık şu kadar liraya kadar yiyecek ver ama sigara verme, veriyorsan da ayda 5-6 yı geçmesin dedim bir baktım abi bir ayda 150 lira sadece sigara parası bilmem ne kadar yiyecek, bakkala bak kardeşim dedim bu seferlik veriyorum ama bir daha yiyecek parası dışında vermem yada sigarada alıyorlarsa aylık şu tutardan fazlasını ödemem onlardan alırsın dedim. o sırada bizim evin karşısındaki duvarda bunları konuşurken bir baktık kadın aradan yola çıktı, yürümeye hali yok elinde baston gözü kesmemiş olacak ki sigara almak için yoldaki çocukları göndermeye çalışıyor, mahallenin yeni nesil gençleri, gideriz ama para alırız diye neslinin özelliklerini de sergilemekten geri kalmıyorlar, kadın o zayıf cılız hali ile gideceği bakkalda aradığı sigara olmadığın söyledikleri halde ayağını sürüye sürüye yürüyüp gidiyordu, halbuki on dakika önce Mehmet acıyıp onlara sigara almak için mahalledeki iki bakkala çocukları salmıştı, dedim söylesene sigara yok diye? Mehmet kızgın kızgın bırak abi ya giderse gitsin, valla pişman olmaya başladım ya evin her yeri perişan, ev beleş, eşya beleş, nasıl yani eşyaları ile gelmediler mi ? yok abi ya benim evdeki eşyalarım, devam ediyor yemek beleş, sigara beleş oh keyfim akraba yoktu, eve taşınınca dünya kadar tanıdık çıktı, mahallede araba eksilmiyor, baktım Mehmete en çok onların alış verişinden değil de, evin girişinde hola kurduğu demir kümesteki kuşları uçuramamak koyuyordu, önceden sabah erken boş gecekonduya gelip kuşları kaldırıyor, oradan işe gidiyordu, şimdi evin içinde kümes, onlar uyanmadan eve giremiyor, Mehmetin hayatı kuş, birde kendi evinde rahatça uçururken şimdi Bacanağını kıramadığı için kendi evine de giremiyor, sinir oluyor, evde oturan yaşlı adam eski kuşçuymuş, Mehmetin bir senedir yerden kaldıramadığı dumanlı kirli dişiyi geçen nasıl yaptıysa uçurmuş kuş kaybolmuş sonra gelmiş, hafta sonu sabah 10-11 sıraları yavruları kovalıyorum, baktım Mehmetinde 2 kuşu uçuyor, kafamı eğdim yolda arabasını baktım Mehmet mi gelip uçurdu diye yok, adamın uçurduğunu anladım, benim yavrularla birlikte uçuyorlar zaten Mehmetin ev benim evin arkası ortamızda bahçe var, yani uzaktan bakan aynı evde uçuruyor zanneder. bir ara benim yavrular onun balkona doğru hareketler etmeye oranın etrafında dolanmaya başladı, inmeye çalışıyorlar, zaten yavrular yalakalar dedim acaba kuş mu gösteriyor, sonra düşündüm yok ya Mehmet ona söylemiştir hiçbir yabancı kuşu indirme diye, ne olur ne olmaz diye evden kuş gösterdim bir ikisi geldi çatıya indi, gök yavruda son anda baktım çatının arkasından Mehmetgilin oradan geldi demek ki, onun kuşlar inince oraya inmekten vazgeçti, bende balkonda oturmuş minderde her zamanki gibi elim rahat durmadan kuşlara yem atmaya devam ettim, yarım saat kadar sonra tepenin altından Uğur geldi sohbet ediyoruz, kuşlardan vs. abi dedi gök perçem yavru nerede, önümüzde, balkonda yayılan kuşlara baktım diğer yavruları gördüm onu göremeyince kümese girmiştir herhalede dedim, sohbete devam ettik, öğleden sonra Mehmet geldi. Abi kuşları uçurayım geleyim diye eve gitti on dakika sonra elinde bir kuşla geldi gülüyor, baktım benim gökperçem yavru, vay yalaka dedim , sabah Uğur gökperçem yavru gözükmüyor dediydi bende kümeste sandıydım, adam mı indirmiş? Mehmet gülüyor adam bir kuş indirdim demiş, kümese koymuş, benim haberim yok, kuşu yakaladığı bir şey değil de adamın sana söylediği hoşuma gitti diyor.
ne dedi diyorum?
sana uyanık biri diyor.
nereden anlamış uyanık olduğumu diyorum?
abi diyor o kuşları uçurduktan bir iki dakika sonra sen kuş kaldırmışsın aklınca kuşları indirecekmişsin,
çok uyanık biri diyor kuşları indirecek aklınca. Mehmet gülerek sözüne devam ediyor, birde abi sana pek gözüm tutmadı ,biraz sahtekar birine benziyor dedi.
ne diyeceğimi bilemedim.
Demedin mi nasıl uyanık olduğu belli değimli, kuşun buraya indiğinden bile kaç saattir haberi yok.
gülüyoruz,
adam bilmiyor Mehmetle ikimizin beslediği kuşlar aynı, kardeş yavruları,
safta olsa insan kendine uyanık denmesine seviniyor da
ama ya sahtekar kelimesine ne demeli ..
dur bakalım kuş besledikçe daha neler duyup, göreceğiz.
Saygılarımla.
 
Bende yıllardan beri kuş besleyince azda olsa kuştan anlarım sanıyordum, taaki Yahşihandan Mustafa ile tanışıncaya kadar, onun sayesinde de Kırıkkaleden arkadaşlar tanışıp arkadaş olup sık sık gidip gelince kuşçulukta nerelerdeyim anladım. Onlarla tanıştığımda kuşçuluk yeteneğimizi göstermek için sabırsızlanırken bir baktık arkadaşlarla bizim kuşçuluğumuz dünya kadar farklı, 40 yıllık kuşçuyuz ama onların yanında bizimki bebe kuşçuluğu daha doğrusu benimki sayılır. (nitekim daha sonraki dönemde Kırıkkaledeki arkadaşlar baş harfi “h” olup 1972 den beri kuş besleyip kuşçuluğundan süphelendiğimiz iki kişi tanırız biri bizim buradan Halil, biride Ankara’dan sen diye ti ye alındığımızda oldu.) biz her fışkıran kuşu kuş sanırken bir baktık arkadaşlar bizim of of diye öve öve bitiremeyeceğimiz kuşlara fişek yapmıyor, taklayı düzgün vurmuyor diye eleştirdiklerini görünce sesimiz soluğumuz kesildi. ben yıllardır hızlı uçan atışlı kuşları severdim, gene de çok hızlı olmasa da artistik özelliği olan kuşu çok beğenirim. baktık onlar hızlı uçan kuşun hedefçi olmayacağından dolayı hızlı uçan kuşu değil düzgün kanat sallayan kuşu beğeniyorlar, biz kuş takla vururken sağa sola sıçramış pıt pıt etmiş umursamaz kaç takla attı diye bakarken bir baktık kuşun taklayı nasıl vurduğunu eleştiriyorlar, kuşun seferde fışkırırken biz aheste aheste gitmiş sağa burgu yapmış yan yatmış çamura batmışı görmezken onlar, kuşun omuzdan mı yürüdüğünü fişek tertibini tartışıyorlar, biz havada uçan kuşun nasıl kanat salladığını, havada kalıp kalmadığı ile kuşun yüksek uçumlu olup olmadığı gibi şeylere dikkat etmezken onlar uçan kuşun nasıl kanat salladığını tartışıyorlar görünce bende bet beniz gitti, birde videoya koyduğum arap erkeğin oyununu ne kadar uzun gitti ne kadar takla attı diye Mustafa övüpte, aman Hasan abi bu sesi soluğu olmayan, pıt pıt takla vurarak kanat ucu ile göğe doğru yükselen kuşun videosunu sil deyince aman dedim Hasan arkadaşlar kuşçuluğunun eksikliğini görmesinler diye hemen o videoyu sitemden sildim, Kırıkkaleye gittiğimde de uçup oynuyan kuşları görüp hayran kalıp onlarınsa fişek yapmadı, böylesi de oyun mu ? vs gibi kendi aralarındaki kuşları eleştirdiklerini görünce iyi ki, o videoyu silmişim diye sevindim. böylece bende kuş konusundaki cahilliğimi pek belli etmemeye çalıştım. Gerçi güneş balçıkla sıvanmaz derler ya sen ne kadar iyi kuşlar beslediğini, düşünürsen düşün eksikliğini belli etmemeye çalışırsan çalış arkadaşlar eve gelipte benim kargaları görünce kuşçuluğumu da tanımış oldular, o yüzden bir yere gittiğimde ilk iş çevremdekilerin ne kadar kuştan anladığını öğrenmek olur, uçan kuştan çok, uçan kuşu yorumlayanlara bakar dinlerim. yorumlayanların bir şeyler bildiğini görünce sevinirim sesim çıkmaz, bilgim o insanlardan az ise benim onlara öğreteceğim çok az şey olur.ama öğreneceğim çok şey, o yüzden iyi kuşçuların yanında genelde susmayı yeğlerim.
Kırıkkalede kuştan anlayan bu arkadaşlarımdan biri Bir gün uçan kuşlara hep bakıyorsun hiç yorumlamıyor, konuşmuyorsun deyince arkadaşımın anlattığı bir olay aklıma geldi.
Bir gün adamın biri, bir sohbete katılıyor, herkes gibi sessiz sakin oda sohbeti dinliyor, zaman geçiyor bir ara hoca millete bakıyor sonra yeni gelen adama dönüp sessiz dinleyişi karşısında bak onca zamandır biz bir şeyler anlatıyoruz dikkat ediyorum sen sessizce dinliyorsun peki senin anlatacağın bir şeyler var mı bize diye söyleniyor? sabahtan beri sohbeti sessiz şekilde dinleyen adam etrafına bir bakıyor onca kalabalık karşısında ne desin, hocam diye anlatmaya başlıyor, bir gün şehrin birinde su taşkını olur, oradan geçmekte olan adamın biride o selin içindeki bir adamı ölümden kurtarır, onun bu hareketi karşısında herkes ona hayranlık duyar, her gittiği yerde ondan adamı nasıl kurtardığını sorarlar oda durmadan anlatır öyle bir hal alır ki, onu artık ilkokulda olayı anlatması için çağırırlar oraya gider anlatır, ortaokulda ders olarak onun adamı kurtarışı anlatılır, oraya gider olayı anlatır,derken ders olarak lise, yüksek okulda verilmeye başlanır, bu da üniversitede o adamı nasıl kurtardığını anlatmaya başlar, zaman gelir zuhur eder adam fani dünyadan ahirete göçer, orada kalabalık toplanır, sorarlar sen cennete nasıl geldin diye? Adam yaptığım bir iyilikten diye, nasıl deyince? adam başlar birgün bizim orada söyle bir sel geldiydi, adamın biri böyle suyun içinde çırpınıp duruyordu diye anlatırken meleğin teki gelir adamın kulağına eğilir yavaşça unutma der? Burada Nuh Aleyhisselam da var, üstelik o “tufanı” yaşadı,
Arkadaşa dönüp sizlerin yanında benimde susmam gerekiyor dedim.
Saygılarımla.
 
eline kalemine sağlık abi, çok hoştu, adamın iyisi dediğin gibi nerde konuşup nerde susacağını iyi kestirmelidir, had bilmek de budur sanırım, selamlar...
 
Bu başlığı hep Hasan Abi'nin haftalık mesajlarını takipte kullansak da bu tüy mevsiminde bir Nasreddin Hoca fıkrası ile katkıda bulunayım istedim muhabbete...

Bir gün Timur, Hocayla hoşbeş ederken, Buradan attım kılıcı, varıp Halep de oynadı bir üçü!kabilinden, sözü uzattıkça uzatarak, büyüttükçe büyüterek, pireyi deve yapar.. Hoca canından bezer. O da tutar, Allahin devesini, dev yapılı bir mahluk haline kor:
-Doğrusu elimden nice develer gelip geçti ama, böylesini görmedim. Uç desem, kanatlanıyor yürü desem, ayaklanıyor. Ne çare ki, benim çömez misali okuması var, yazması yok! kabilinden satar, savurur.

Timur buna, parmağını ısırır:
-Aman şu mahluku bir göreyim! der.
Hoca hiç istifini bozmadan:
-Devletlim, der bugünlerde, namaz başlarını öğretiyorum. Allah izin verirse, seneye yine geldiğimde, önünüze diz çoksun!der
Timur seneyi iple çeker.
O gün gelince, Hoca:
-Sormayın efendim, Kuranı okumaya başlayınca, öyle bir aşka geldi ki, şimdi de, hafız olacağım!diye tutturdu. Allah ecelden aman verirse, bir daha ki seneye getireyim de hıfzını dinleteyim! deyip Timurun otağından ayrılır.
Timur, gene seneyi iple çekmeye başlar, Hoca nin eşi dostu
-Bre Hoca, sen kanınla mi oynuyorsun? Timur kaçın kurdu böyle mavalları yutar mi? diye çekip çekiştirince, Hoca
-Yahu, ne telaş ediyorsunuz, seneye kadar çok zaman var. O zamana kadar Ya deve olur, ya Hoca ölür,ya Timur ölür!
 
süpermıs kardeş :)
 
güzel hikayeymiş abi, eline sağlık
 
Geri
Üst